Çağının Ötesinde Bir Kadının Hikayesi - Hypatia

Adını ilk kez Cnbc-e'de yayınlanan bir filmde duymuştum. İzleyenleri, bir zamanlar bu kanalın güzel film ve dizilerin adresi olduğunu hatırlar. O dönem hemen her gün bir film kuşağı olurdu ve perşembe günleri olan bilimkurgu kuşağındaki filmleri kaçırmamaya çalışırdım. Bu filmi ise, sinema salonlarında zor da olsa yer bulduğu zamanlara yakın bir dönemde izlediğime göre sanırım ''Gişe Filmleri Kuşağında'' yayınlanmıştı. 

Filmin adı ''Agora'', anlattığı kişi ise ''Hypatia'' idi. Kendisinin, ilkçağın sonlarında yaşamış, matematik, astronomi ve felsefe dallarının hepsine birden hakim olan tarihteki ilk kadın olduğunu da filmle beraber öğrenmiştim.

Film, İspanyol yönetmen Alejandro Amenabar'a ait. Aslında 2009 yılı Cannes Film Festivalinin açılış filmi olmasına rağmen, sektörde iş yapacak film olarak değerlendirilmemiş olacak ki, uluslararası alanda yaşadığı dağıtım şirketi bulmak konusundaki sıkıntılar nedeni ile ancak 2010 yılı sonuna doğru dünya sinemalarında ve kısıtlı salonda gösterime girebilmiş. Bu durum malesef elde edilen gelire de yansımış ve film nerede ise maliyetinin yarısı kadar ancak bir hasılat elde edebilmiş. Sanırım ekranlarda gerçek kahramanlardan ziyade, çizgi roman kahramanlarının hikayelerini seyretmeyi daha çok seviyoruz!

Bu yazı için hazırlanırken film ile aynı adı taşıyan bir de kitaba rastladım. Yazarı Marta Sofia idi. Kitabı okuduktan sonra tarih eğitimi aldığını öğrendiğim ve asıl mesleği editörlük olan bu kişinin farklı bir kitabına ise rastlayamadım. Kitabın diline ve anlatılan olaylara baktığımda da sanki film kitaptan değil, kitap filmden uyarlanma gibi gelmişti. Neyse ki durumu aydınlatan bilgiye kitabın ilk basım dili olan İspanyolca tanıtım metninde bir arkadaşımın tercümesi vasıtası ile ulaştım. Kitap, filmin üzerine kurgulanmıştı. Normalde pek yaşanmayan bu durumun, kahramanı bu şekilde daha iyi anlatmak nedeni ile mi, yoksa filmi okuyucuya daha fazla tanıtarak salon bulmasındaki sıkıntıları biraz olsun aşmak adına mı yapıldığını ise bilemiyorum.

Hypatia'nın kölesi olan Davus'un dilinden yazılan kitabı okurken, ilk bölümünde basit olan dil, 2. bölümden sonra biraz daha açılıyor ve filmin üzerine okunması gereksiz gibi duran algısını kısmen de olsa değiştiriyor. Filmi izlerken derinine inilmeyen Davus'un Haypatia'ya olan aşkına, içinde yaşadığı çalkantılı duygusal değişimlere, dönemin olaylarına tanıklık edişine daha iyi bir anlatım kazandırıyor.

Hikayesi anlatılan Hypatia'ya gelecek olursak...

Mısır'da ki İskenderiye kenti bilindiği üzere Büyük İskender'in kurduğu kentler içerisinde en görkemlisidir. Onun ölümünden sonra imparatorluk toprakları generalleri arasında bölüşülür ve Mısır ile civarı da komutanlarından Ptolemy'nin payına düşer.

Ptolemy, bilgiye önem veren bir kişilik olacak ki başkent olarak da belirleyeceği bu kentte bir kütüphane ve okul kurulması için uğraşır. Tarihteki meşhur İskenderiye Kütüphanesi de böyle doğar ve sahip olduğu hazine değerindeki eserlerin sayısı yıllar içerisinde gittikçe artar. Kütüphanenin yanında ise Müze denilen, aslında bir Akademi olan ve içerisinde eğitim faaliyetinin yapıldığı bir yapı daha bulunur. Burada da yıllar içerisinde bir çok filozof ve bilimadamı yetişir. 

Hypatia'nın babası olan Theon işte bu Akademinin yöneticisidir. O çağların baba figüründen farklı olarak, sahip olduğu karakter ve entelektüel birikim nedeni ile olacak, kızının küçük yaştan itibaren bir erkeğin alabileceğinden farksız olarak iyi bir eğitim alması için uğraşır. Kızına ilk matematik ve astronomi eğitimlerini kendisi verir. Hypatia'nın bunun üzerine Atina'ya da giderek eğitimini daha da geliştirdiği ve hatta sonrasında bilgi ve düşünce düzeyi olarak babasını da geçtiği söylenir.

Ölüm tarihi M.S. 415 olan Hypatia'nın hangi yıl doğduğu konusu ise belirsizdir. Genelde M.S. 370 yılı olarak kabul edilse de, bunun daha erken bir tarihi olduğunu savunanlar da vardır. Kesin bir sonuca ulaşılmasa da İtalya'da bir üniversitede yapılan olasılık hesabı çalışmasında doğum tarihinin yüzde 90 ihtimal ile M.S. 350 ile 360 yılları arasında olduğu tahmin edilir. Bu nedenle bazı kaynaklarda doğumu,  bu iki tarihin ortası olarak M.S. 355 yılı benimsenir.

Hayat hikayesine dönecek olursak Hypatia, o dönemler bir erkekten farksız olarak Akademide dersler verir. Erkek filozoflara özgü kıyafetler ile dolaşır. Güzelliğinin ve bilgeliğinin yanında etkileyici sunum ve konuşmaları nedeni ile ünü yayılır ve kendisini uzak bölgelerden bile dinlemeye, öğrencisi olmaya gelenler olur. Yapmış olduğu çalışmalar ile daha önce yaşamış kişilerin öğreti ve çalışmalarını sadeleştirdiği belirtilir ama O'nu asıl önemli kılanın tarihte bilinen ilk kadın matematikçi olmasının yanında, dünya, gezegenler ve güneşin hareketlerine ilişkin yapmış olduğu çalışmalar olduğu söylenir.

Uzun dönemler boyunca dünyanın sabit olarak durduğu ve diğer gezegenler ile güneşin, dünyanın etrafında döndüğü varsayılırken, O'nun, yaptığı gözlemlerde gezegenlerin ve güneşin yıl içerisinde büyüklüklerinin değiştiği ve dolayısı ile gökyüzünde iddia edilen dünya merkezli ve düz çember şeklinde bir hareket yapısından daha farklı bir düzen olması gerektiğini düşündüğü belirtilir. İddiaya göre, Hypatia bu şeklin bir ''elips'' olabileceğini düşünmüş ve dünyanın da yine güneş etrafında döndüğünü ileri sürmüştür. Filmde yer alan bir sahnede, o dönem insanların kafasını karıştıran konu olan, ''şayet dünya hareket ediyor ise, bunu üzerinde yaşayanların neden hissetmediği'' sorusunu yaptığı bir deney ile açıklamaya çalışır.

Kendisinin yapmış olduğu çalışmalar günümüze kalmasa da, O'na gönderilen ve içeriği bugüne ulaşan mektuplardan Hypatia'nın gökyüzünde ölçümler yapmaya yarayan bir alet olan usturlabı daha da geliştirdiği, yine sıvıların yoğunluğunu ölçmeye yarayan bir hydrometre yaptığı anlaşılmaktadır. Üzerinde çalıştığı tüm incelemelere ilişkin kayıtlar günümüze dek kalmış olsa belki bunlardan çok daha fazlasını da yaptığını öğrenebilirdik.

Hypatia'nın yaşadığı dönemde Hristiyanlık Roma İmparatorluğu içerisinde olduğu gibi İskenderiye Kentinde de yükseliştedir. Şehirde inanç olarak hristiyan topluluğu haricinde, paganlar ve museviler de yaşamaktadır. O da, aslen bir pagan olmasına karşın, bilim dışında hiç birşey için zaman harcamaz ve herhangi bir din için ibadet ihtiyacı hissetmez. Verdiği eğitimde ise her inanca eşit mesafe ile yaklaşır. Öğrencileri arasında paganların yanında hem hristiyan, hem de musevi inancını benimseyenler bulunur. Bu açık fikir ortamında yetişen bazı öğrencileri daha sonrasında kamu görevlerinde üst derece görevlere atanacaklardır. 

Tarihi kaynaklarda kendisi, güzel ve alımlı olarak anlatılmasına karşın hiç evlenmemiştir. Düşünce dünyasında ve hayatında özgür yaşamı seçtiği için böylesi duygusal ilişkilere girmek istemez. Ama o istemese de hem alımlı hem de bilge birisi olan böylesi bir kadına aşık olanlar olur. Yazılanlara göre bir keresinde öğrencilerinden birisi kendisini tutamayarak herkesin içerisinde O'na aşkını ilan eder! Filmde, bu kişinin daha sonrasında şehrin Roma valisi olacak olan Orestes olduğu gösterilir ancak filmin bir bütünlük oluşturması açısından bu şekilde kurgu yapılmış olacak ki, kaynaklarda kişinin isminden aslında bahsedilmez. Sadece gerçek ile evli olduğunu belirten Hypatia ise bu kişinin teklifini, kadınlığın başka bir yönünü de vurgulayarak çok bilgece bir yöntem ile geri çevirir. Detayını merak edenler filme ya da kitaba yansıyan bu sahneye bakabilir.

Hikayeye devam edecek olursak, İskenderiye de hayat aslında ne olursa olsun 391 yılına kadar bir şekilde devam eder. Hristiyanlar, museviler ve paganlar, hepsi kendi mabedinde ibadetini yaparlar.  Ama o tarihte artık hristiyanlar ile paganlar arasında gerilim iyice tırmanır. Filmin adı olan Agora, şehir meydanı ve aslında bir yerde hakim yönetim tarzının da belirlendiği noktadır. O yıla gelindiğinde Agora'daki hakimiyetin hangi dine mensup kişilerin elinde olacağı artık neticelenmesi gereken bir gerilime neden olur. Paganlar, sayıları gittikçe artan ve şehirdeki imtiyazlarına tehdit olarak gördükleri  hristiyanlara iyi bir ders vermek isterler ama yaptıkları aşırılık kendilerine pahalıya patlar.  Artık sayıca başedilmesi imkansız olan  hasımlarının karşısında sahip oldukları Mabed ve bir yerde Agora'yı da kaybederler. İskenderiye de oluşan kargaşaya dahil olmak durumunda kalan ve o dönem Konstantinapolis'de (İstanbul) bulunan Roma İmparatoru, paganlara ait tüm ibadet yerlerinin yıkılmasına ve buraların hristiyanlarca kullanılmasına karar verir. Bu durum aslında Mabed ile aynı yerde olan Akademi ve dahası Kütüpheneyi de etkiler. Kuruluşundan itibaren yüzyıllar içerisinde biriken eserlerin büyük çoğunluğu, buralara girme imtiyazı elde eden kentin yeni efendilerince yok edilir!

Bu tarihten sonra paganların kamusal alanda ibadet etme imkanları kalmamış ve kütüphane de kaybedilmiştir. Bu kayıpların neticesinde yeni güç dengesi tüm taraflarca kabullenilir ve görece sakin bir dönem yaşanır. Hayatını bilimsel araştırma ve evrenin sırlarını keşfetmeye adayan Hypatia da verdiği derslere kendi evinde devam eder. Bu sakinlik 412 yılına kadar da bir şekilde sürer.

İnanç, çoğu zaman akıl ile yapılan bir seçim değil, insanın içerisinde yaşadığı genel ortama uyum çabasıdır. Bu durum bazı paganların, şehirde gittikçe daha etkin hale gelen hristiyanlık inancına yönelmesinde de görünür. Hypatia'yı ise asıl ilgilendiren bilim ve felsefe olması nedeni ile bu inanç dalgalanmalarının dışında kalır. Bu arada Hypatia felsefe olarak İskenderiye'de  hakim düşünce olan Yeni Platonculuğu benimsemiştir. Bu felsefenin ise Hristiyanlık'ta yer alan teslis inancına (Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) kaynaklık ettiği söylenir ama bu bir gün belki başka bir yazı konusu olur.

Herşeyin değişmeye başlayacağı 412 yılına gelindiğinde kentin yöneticileri ile nispeten ılımlı bir iletişim tarzını benimseyen, aynı zamanda Hypatia'nın okuluna ve şehrin ileri gelenleri ile ilişkisine karışmayan Başpsikopos Theophilus ölür. Kaidelere göre yerine psikopos Timoty'nin geçmesi beklenmektedir. Ancak bir başka kişinin hırsı, kentteki bir çokları gibi Hypatia'nın da hayatını çok etkileyecektir!

O dönem ''Parabolani'' denilen ve ilk oluşumlarında hristiyanlık adına kendilerini iyilik yapmaya adamış ancak sonrasında sokak milislerine dönüşen ve doğrudan psikoposa bağlı bir keşiş grubu vardır. Vefat eden Theophilus'un yeğeni olan Psikopos Cyril bu keşiş grubunu kendi tarafına çekerek, psikoposluk için asıl aday olan Timothy taraftarları ile arasında kentte bir sokak savaşı başlatır. Yaşanan kanlı mücadelede üçüncü günün sonunda Timoty taraftarları artık pes eder ve kent psikoposluğuna Cyril getirilir.  

Aslında tarihte bir çok mücadelenin inanç değil, iktidar mücadelesi olduğunu gösteren bu olaydan sonra da Cyril durmaz. Bu sefer de şehirdeki musevilerin hayatını yaşanmaz hale getirir. Kentteki artan kargaşa ortamı, Hypatia ile de iyi dost olan kentin Roma valisi Orestes ile Cyril'in arasının açılmasına neden olur. İktidarını iyice pekiştirmek isteyen Başpsikopos Cyril ise valiyi en zayıf noktasından hedef almaya karar verir. Valiye aynı zamanda danışmanlık da yapan Hypatia'yı cadı olmak ve büyüleri ile onu etkileyerek kendisi ile arasını bozmak ile suçlar! 

Cyril'in şehirde tam hakimiyet hedefi adına kullandığı Parabolaniler için bu ithamın anlamı açıktır. Hypatia ortadan kaldırılmalıdır!

Gerçekte yaşanmış mıdır bilinmez ama filmde artık sona gelindiğinde yer alan bir sahne vardır. Vali Orestes, Başpsikopos Cyril ile mücadelesinde kendisine destek olması amacı ile Hypatia'dan vaftiz olarak, simgesel bile olsa hristiyanlığa geçmesi için nerede ise yalvarır! Vali, Hypatia açısından aslında mümkün olmayan bu istek için ısrar ederken;

''Vaftiz olmaz isen artık seni göremem, konuşamam. Cyril'i sensiz yenemem!'' der.

Hypatia ise vali Orestes'in gözlerine üzgün ve ümitsiz bakarak o ünlü repliği söyler.

''Ah Orestes, Cyril zaten kazandı!''

Sonrasında Hypatia 'ya karşı çarklar döner.

Parabolaniler, 415 yılı mart ayında bir gün O'nu sokakta arabasında giderken yakalarlar ve sürükleyerek kiliseye götürürler. Özünde şefkat ve sevgi olduğu belirtilen bir inancın aksine, vücudu parçalara ayrılarak hayatına son verilir. Yeterli görülmemiş olacak ki kalan parçaları da yakılır!

Filmde bu sahne muhtemelen duygusal kurguya uyması adına farklı anlatılır. Filme göre kiliseye getirilen Hypatia taşlanarak öldürülecek iken, kölesi Davus keşiş kalabalığını bir süreliğine kilise dışına çıkarmayı başarır. Hedefi onun acılı bir şekilde ölmesine engel olmaktır.

Davus O'na yaklaşır, hızlı bir yöntem olarak boğularak ölüm konusunda ikisi de birbirlerine bakarak gözleri ile anlaşır. Hypatia kölesine teslim olur! Ciğerlerinde ki nefes biterken gözleri kilise kubbesinin ortasında yer olan ve gökyüzünün göründüğü boşluğa takılır. Normalde tam bir çember olan şekil, kubbe merkezinin gerisinde bulunmaları nedeni ile bir an ''elips'' şeklinde O'na görünür. Hypatia bu son görüntü ile gözlerini kapar. Bir yerde inandığı Tanrı, O'na son anında teorisinde haklı olduğunu göstermek ister.

Sonraki zamanlarda Hypatia'nın gözlerinin kapaması ile oluşan karanlık sanki tüm hristiyanlık dünyasını da sarar. Dönem olarak ortaçağ olarak adlandırılan uzun süre boyunca akıl ve bilim bir tarafa bırakılır. Diğer gezegenlerin güneş etrafında elips şeklinde hareket ettiği görüşünün yeniden keşfi için 1200 yıl sonra yaşayacak Kepler'i beklemek gerekecektir.

''Acaba İskenderiye Kütüphanesi yok edilmese - Hypatia da çalışmalarına devam ederek, öğretileri O'ndan sonra da takip edilse- bilim nasıl bir yönde ilerler idi?'' Bilim tarihine meraklı olanların kafasında bu soru her daim yer alır!

Bunlar elbette cevabı kestirilemez sorular. Kesin olan bir şey varsa, bazı ölümler erken olur. Ama bunlardan bazılarının adları üzerinden yüzyıllar geçse bile anılır durur.

..............................................................................................................................................................

Not: Bu yazıyı yazarken genelde Billie Ellish'ten aynı zamanda James Bond filminin de müziği olan ''No Time to Die'' adlı parçayı dinledim. Sanki şarkının ahengi ve sözleri köle Davus'un hislerine tercüman oluyordu.





Yorumlar

  1. Bazı insanlara yapılan haksızlıklar adalet duygunuzu yararlar ve keşke tarih başka türlü yaşansaydı dersiniz..Hypatia'da benim için onlardan biridir. Tebrik ederim yazınızı okumaktan keyif aldım.

    YanıtlaSil
  2. Sayın Bekir bey , sayenizde geçmişte kalmış bu filmi izleme fırsatı buldum. Tavsiye etmeseniz belkide hiç denk gelemeyebilirdimde . Çok güzel bir film .Geçmişte keşke insanlık seküler kalabilseydi adelet ve toplum yönetimini keşke hukuk ve demokrasi ile daha erken çözebilseydi, şu an bulunduğumuz dünya düzeni kesinlikle çok daha farklı olurdu, Toplumlar rasyonellikten uzaklaşmazdı. Bir not'ta benden Başrol Hypatia Rachel Weisz bu filmden sonra 2011 de Daniel Craig son James Bond ile evlenmiş.Dinlediğiniz sarkıda tesadüf olmuş Cher Monsieur.
    Cihan Bilgin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokular

Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam- 2. Bölüm (2. Yazı)

Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi 1. Bölüm ( 3. Yazı)