Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam- 2. Bölüm (2. Yazı)


Mehmet'in yeniden Manisa'ya gelişinin üzerinden 5 yıl geçmiştir. İçkiye düşkün olduğu söylenen babası 2. Murat, 1451 yılının şubat ayının ilk günlerinde bir yemek sonrası fenalaşır. Kimine göre hemen, kimine göre ise birkaç gün içerisinde ölür. Henüz 47 yaşında olan sultanın bu ölümü de bazıları için şüpheli ve normal dışıdır. Ama olan olmuş ve taht yolu yeni sahibine açılmıştır artık. 

Başkentte olası bir huzursuzluktan çekinen Sadrazam Çandarlı Halil Paşa, 2. Murat'ın ölümünü halktan gizler ve hemen Şehzade Mehmet'e haber gönderir. Denilene göre Mehmet de haberi alır almaz '' Beni seven ardımdan gelsin'' diyerek atına atlar ve yola çıkar. Önce Gelibolu'ya ve ardından da Edirne'ye ulaşır. Tarihler 18 Şubat 1451'i gösterdiğinde 19 yaşında 2. kez, yeniden tahta oturur. Hedefleri aynı olsa bile artık daha tecrübelidir ve önceki yönetsel hatalarını tekrarlamamaya niyetlidir. 

Babası sağlığında vasiyet ettiği şekilde Bursa'ya gözde oğlu Alaeddin Ali'nin yanına gömülür. Babasının bir başka isteği de ailesinden başka kimsenin oğlu Ali ve kendi yanına gömülmesini istememesidir. Sadece bu durum bile 2. Murat'ın bu oğlunu diğer herkesten ne kadar çok sevdiğinin göstergesidir.

Mehmet tahta geçince muhtemelen kafasındaki asıl idari şekil farklı olsa da, yönetimde ciddi bir değişikliğe gitmeyerek babasının adamlarının yerlerinde kalmasına müsaade eder. Bunların en başında  bir önceki saltanat döneminde çekişme yaşadığı ve sonunda tahtı bırakmasına neden olan Çandarlı Halil Paşa da vardır. Çandarlı'nın devletin bürokrasisi ve askerler üzerindeki hakimiyetini bilen Sultan Mehmet onu yerinde koruyarak kendince tahtını sağlamlaştırmak için öncelikler sıralaması yapar. Çünki gerek batıdan gerekse Anadolu'dan ve hatta Bizans'tan kendisini sıkıştırmaya çalışacaklarının farkındadır ve bunların üzerine bir de devlet içinde ayrıca bir başka sorunla uğraşmak istemez. Ama içeride kendisince çözmesi gereken başka sorunlar vardır.

Sultanatının sembolü olarak Mehmet taht odasında kabulleri alır. Bunlardan bir tanesi de Mehmet'in üvey annelerinden olan İsfendiyaroğulları beyinin kızı Halime Hatundur. Kadın, yeni sultanı ziyaret ederek kocasının ölümüne ne kadar üzüldüğünü söylerken, yeni Sultan da bu kadından doğma ve henüz 8 aylık bir bebek olan üvey kardeşi Küçük Ahmet'in boğularak ölüm emrini vermiştir. Yıldırım Beyazid kardeşi Yakup'u öldürdükten sonra tahta çıkmasıyla başlayan bu uygulama, Fatih döneminde yasalaşacak ve yüzyıllar boyunca devlet yönetiminde istikrar sağlanması ve muhtemelen tek bir soy ağacının varolması için uygulanacaktır.

Fatih, Halime Hatun'un yine hamile olma ihtimaline karşın, onu Anadolu Beylerbeyi ile evlendirir ve böylelikle muhtemel doğacak çocuğun tahtta hak sahipliğinin önüne geçmek ister. Bir diğer üvey annesi olan ve Hristiyanlığı hiç bir zaman terketmemiş Mara Hatunu da, babası Sırp beyi George Brankovic'in yanına gönderir. Hedefi en azından Sırp cephesinde sulhun devamıdır.

Sonrasında Eflak'tan, Sakız, Midilli, Rodos adalarından, Galata'daki Cenovalılardan elçiler gelir. Venedikliler ile sulh anlaşması uzatılır. Macarlar da Avrupa da farklı sorunlar ile uğraştıklarından barış anlaşmasına taraftırlar ve 3 yıllık anlaşma imzalanır. Aslında Batılıların barış konusunda bu kadar hevesli olmalarının bir nedeni de, yeni sultanın askeri açıdan -bir önceki yönetim deneyimine bakarak- pek başarılı olamayacağını düşünmeleri ve bu zayıflık neticesinde yakın zamanda Osmanlının kendiliğinden çökeceğine olan inançlarıdır. Ancak yanıldıklarını uzun bir zaman geçmeden anlayacaklardır.

Bir tek sanki Bizans'taki bazı gözlemciler tedirgindir. Çünkü onun Hristiyanlığı bitirme ve Konstatinapol'ü alma hedefinde olduğuna inanırlar. Son Bizans İmparatoru XI. Konstantin ise önce bu gözlemi pek paylaşmasa da yeni Sultana elçiler göndererek barış anlaşmasının devamını ister. Sultan Mehmet'in zaten ilk hedefi Bizans değildir ve öneriyi kabul eder. Ayrıca Bizans sarayında bir tehdit unsuru olarak misafir edilen Yıldırım Beyazıt torunu Şehzade Orhan'ın masrafları için 300 bin akçe ayırdığını belirtir.        

Batı ve Bizans ile uzlaşı sağlayan Sultan Mehmet o sırada yönetim değişikliğini fırsat bilerek yeniden ayaklanan Karamanoğulları İbrahim bey üzerine yürür. Önce Anadolu Beylerbeyini savaşa gönderir. Sonra ise bizzat olaya müdahale etmek için kendisi cepheye gelir. Karamanoğlu İbrahim bey yeni Sultanın da savaş meydanına indiğini görünce geri çekilir ve barış teklif eder. Yapılan barış anlaşması ile Fatih, Anadolu'da da düzeni sağlar ve yeniden başkente dönmek üzere hareket eder. Bursa'da bu sefer de Yeniçerilerin cülus talebi ile karşılaşır. Bu daha öncesinden gerçekleşmeyen bir taleptir ve Sultan Mehmet öfkesine hakim olarak talebi kabul eder ve Yeniçerilere on kese akçe verilmesini ister. Bu hal, o tarihten sonra bir gelenek olacak ve yeni gelen padişahlar başa geçince Yeniçerilere bu bedeli ödemek durumunda kalacaklardır. Ama Sultan Mehmet daha sonra kendisinin de söyleyeceği gibi kendinden öncekilerden farklı bir yönetim felsefesi uygulayacaktır ve aslında aklında mutlak otorite sahibi olmak vardır.  O nedenle Yeniçerilerin mevcut durumunu bunun önünde bir engel olarak görür ve başkente dönüşünde Yeniçeri ağasını değiştirir ve o dönem 5 binler civarı olan Yeniçeri mensubuna saray sekbanlarını da katarak 10 bine yükseltir ve böylelikle ocak içerisinde bir denge unsuru yaratır.
       
Ama bu esnada parasal talebini dile getiren sadece Yeniçeriler değildir. Bizans'tan yeni bir elçi heyeti gelip, Şehzade Orhan'ın masraflarının çok arttığını, onu sürekli görmeye gelenler nedeni ile oluşan maliyetleri Sultan'ın daha önceki söylediği rakamın karşılayamadığını belirterek bu bedelin 2 katına yani 600 bin akçeye çıkarılmasını isterler. Heyet, Şehzade Orhan'ı görmeye gelenlerin çokluğunu belirterek aslında Sultan Mehmet'e de göz dağı vermek istemekte, şayet onu salıverirler ise yeni padişahın tahtını korumakta zorluk çekeceğini ima etmektedirler.

Sadrazam Çandarlı bu talebi duyunca Bizanslıların ne kadar bir gaflet içerisinde hareket ettiklerini, bu davranışlarının yeni sultanın sulh etme niyetine sekte vuracağını hiddetli bir şekilde dile getirir. Ama Mehmet sükunetini bozmaz, sanki istediği yere varmak için heyet ona yardımcı olmaktadır. Sakince bu konuyu başkent Edirne'ye ulaşınca kendisine iletmelerini, orada durumu halledeceğini söyler. Görünürde kararı orada verecektir ama aslında kararını çoktan vermiş ve yeni hedefini belirlemiştir. Hem ülke bütünlüğü için bir tehdit olarak gördüğü Konstantinapolis'i alacak hem de kendi yönetimi için sorun oluşturan Şehzade Orhan'ı ortadan kaldıracaktır.

Fatih başkente dönüşünü, Gelibolu'nun İtalyan devletleri gemilerince kapatılmış olması nedeni ile Konstantiniye üzerinden yapmak durumunda kalır. Burada büyük dedesi Yıldırım Beyazıt 1395 yılında kenti kuşatırken Boğaz'ın en dar yerinde Anadolu Hisarını yaptırmıştır. Bu bölge su yolunun en dar yeri olup o tarihten 2 bin önce de Pers Kralı Darius Yunanistan'ı işgale çıktığı zaman da askerlerini boğazdan yine tam bu noktaya kurdurduğu tahta bir köprüden yürüterek geçmiştir.

Fatih de aynı yerden askerilerini -bu kez gemiler ile taşıtarak- geçirir. Ancak işte muhtemelen bu geçişte buraya ikinci bir kale yapılması fikri aklına gelir.

Sultan Mehmet Edirne'ye varınca normalde Şehzade Orhan'ın masrafları için Bizans'a gönderilecek bedellere el koyar ve onlara artık hiçbir ödemenin yapılmamasını emreder. Yeni hedefi için çarklar dönmeye başlamıştır.

Bu dönemlerde aslında Bizans'ın durumu da pek iç açıcı değildir. Artık binyıllık bir imparatorluğun son aşamalarının yaklaştığı her halinden bellidir. Elde Konstantinapolis dışında boğazda bir kaç nokta, Marmara ve Ege de bazı adalar ve şimdiki Yunanistan'ın güneyinde bulunan Mora yarımadası kalmıştır.

Aslında Bizans imparatorları da bir süredir bu sonu engellemek, belki de en azından mümkün olduğunca uzatmak için birşeyler yapmaya çalışmaktadır.

Bunlardan en önemlisi ise batı dünyası ile kilise birliği yaratarak onların askeri ve ekonomik desteğini de almaya çalışmaktır. Bu çaba uzun süredir de devam etmektedir. Hatta Bizans İmparatorlarından V. Yannis 1369 yılında bizzat Roma'ya giderek Papa'nın önünde Katolik inancını benimsediğini kabul etmiştir. Tabii bu ziyarete ve mezhep değişimine o dönem Bizans'tan hiçbir ruhban sınıfı üyesi katılmamış, İmparatorun bu kararını desteklememiştir. Daha sonra 1439 yılında ise adı Floransa Konlüsü olarak bilinen görüşmede Ordodoks ve Katolik dünyasının temsilcileri 2 kilisenin birleşmesi için anlaşmışlardır. Ancak bu sefer de yine Bizans'ta bu birleşmeyi tüm ruhban sınıfı onaylamamış, halk ise karşı gelmiştir. Bu nedenle heyet üyelerinden bazıları toplantı sonrası Konstantinapol'e dönüşte bildiriden imzalarını çekmek durumunda kalmıştır. Ama kiliselerin birleşip birleşmediği konusu yine belirsiz kalmış ve o dönem yeryüzünün en büyük kilisesi olan Ayasofya birleşme yanlısı olan sınıfın eline geçmiş, bu nedenle bazı ruhban sınıfı ve halk ise bu kiliseden uzaklaşmıştır. İşte ''Kardinal kavuğu görmektense, Osmanlı sarığını tercih ederiz '' sözleri bu zamanlardan kalmadır.

Bizans'ın son imparator'u olan XI. Konstantin işte tam böyle bir dönem içerisinde tahta geçer. Ağabeyi Theodoros 1448 yılında öldüğünde Mora yarımadasında Mistra'da despotluk görevinde bulunmaktadır. Diğer iki kardeşi ile yaşadığı taht mücadelesini annesinin Eleni'nin yardımı ile kazanır ve Mora'da taç giyme töreni yapıldıntan sonra tahta oturur. Mart 1449 da başkente vardığında normalde ondan önce tüm hükümdarlar için yapılmış olan Ayasofya'daki taç giyme töreni tüm bu dinsel karışık ortam nedeni ile yapılamamış ve bu nedenle de bazılarınca kendisi meşru ve son imparator olarak kabul edilmemiştir.

XI. Konstantin daha önce 2 kez evlemiş ancak her iki eşi de vefat etmiş, sonrasında ise evlenmemiştir. Şimdi imparator olarak bir eşe ve varise ihtiyacı vardır. Bunun için aday ararken Mehmet'in üvey annesi Mara'yı ülkesine gönderdiğini öğrenmiş ve hem bir evlilik gerçekleştirmek hem de genç sultanı kontrol altında tutmaya yardımcı olacağı düşüncesi ile onunla evlenmek istemiştir. Ancak kadın, kocası (2. Murat) öldükten sonra bir daha evlenmeyeceğine yemin ettiğini söyleyerek bu evlilik teklifini reddeder.

İmparator Konstantin, Sultan Mehmet'in Şehzade Orhan'ın masrafları konusunda elçilik heyetine verdiği cevabın aslında onun niyetini belli ettiğini ve Konstantinapolis üzerine yürüyeceğini anlamıştır. Bunu önlemek için tek yol Katolik kilisesi ile birleşerek  batı devletlerinin desteğini almaktır. Bu yöndeki çabaları sonucunda 1452 Aralık ayında Ayasofya'da Ortadoks ve Katolik kiliselerinin birleşme ayini düzenlenir. Ama bu, ne Fatih'in şehri alma niyetini, ne batı devletlerinin ciddi bir askeri desteğini, ne de halk arasında uzlaşıyı sağlar. Halk, tam tersine böyle bir günahın kendilerine felaket getireceğine inanır. Ruhban sınıfı içerisinde muhalefetin başını ise daha sonra Fatih'in ilk Ortadoks Patrik olarak atayacağı Gennodis adında bir rahip çeker.

Çekindikleri felaket ise günden güne yaklaşmaktadır. Sultan Mehmet saldırının ilk aşaması olacak olan boğazları kontrol amaçlı kendi deyimi ile Boğazkesen hisarının inşa edilmesi emrini çoktan vermiş, ülkenin dörtbir yanından inşaat ustaları ve malzemeleri Anadolu Hisarının tam karşısında ve boğazın en dar noktasında toplanmaya başlanmıştır. 

O dönem kehanetler çok revaçtadır ve şehrin ilk imparatoru olan Konstantinus'un anne adının Helen olması gibi bu son imparatorun da kendi ve anne adının aynı olması  ( Latince Helen, Rumca Eleni) şehrin sonunun geldiğini belirten başka bir olumsuz kehanet olarak yorumlanır.

Yaşanacaklar, bu kehanetin yersiz bir endişe olmadığını gösterecektir.

Sonraki yazıda ; Fatih'in Hikayesi 3. bölüm
.............................................................................................................
Resim: Fatih Sultan Mehmet ve Cem Sultan olduğunu düşünülen kişi

Müzik önerisi: Can Atilla- Yeni Hayat




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokular

Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi 1. Bölüm ( 3. Yazı)