Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi 1. Bölüm ( 3. Yazı)


İstanbul'un tarihi son dönem kazılarına göre M.Ö. 6500 lere kadar dayanır. Ama şehrin asıl kurucusunun M.Ö. 7. yüzyılda yaşamış olan Megara Kralı (Yunanistan'da Atina'nın batısında bir bölge) Bizas olduğuna inanılır. Bu kişiye atfen Bizantion olarak adlandırılan kent, daha sonra Roma İmparatoru 1. Konstantinus zamanında (M.S. 324-337) tüm Roma İmparatorluğu'nun merkezi ve başkenti olur. Kent, sonrasında imparatorluğun ikiye ayrılması ve Batı Roma İmparatorluğu'nun çökmesi sonrasında da Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olmaya devam eder.

Şehir, başkent olması sonrasında imparatorluğun yazgısına paralel bir yaşam sürer. İlk dönemlerde oldukça görkemli bir süreç yaşamasına karşın, imparatorluğun gittikçe eski gücünü kaybetmesi ile o da ihtişamını yitirir. 1204 Latin istilası sonrasında ise bir daha asla eski günlerine dönemeyecek şekilde soluklaşır. Şehrin yeniden Bizans hanedanlarının eline geçtiği tarihten sonra da ana kentin karşısında bulunan Galata bölgesi İtalyan devletlerinden Cenevizlilerin elinde kalmaya devam eder. Galata o dönemde surlar ile çevrilidir. Şehri kuşattıldığı esnada en azından kağıt üzerinde tarafsız kalan bu bölgeyi Fatih de kuşatma harekatının dışında tutmuş ve Cenevizliler ile doğrudan bir savaşa girmek istememiştir.

İşte Osmanlı Devleti'nin tam ortasında yer alan kentin son hali bu şekildedir. Ama halen eski görkemini koruyan bir şey var ise o da toplam uzunluğu 32 km'yi bulan ve aşılamaz denilen surlarıdır. 3 tarafı deniz ile çevrili kentin kara surlarının uzunluğu ise 6.5 km dir.

Surlar 4 ana kademeden oluşur. En iç tarafta kalan surlar 12 metre yüksekliğe ulaşırken onun hemen önünde olan dış surlar 8 metreden fazla yüksekliğe sahiptir. Bu surların da önünde Aziz Romanos kapısına kadar uzanan (Şimdiki Topkapı) hendek  bulunmaktadır. Bu hendeklerin yine hemen gerisinde 2 metre yüksekliğinde bir sur sistemi daha bulunmaktadır. O dönem hendek içerisinde su bulunup bulunmadığı tam bilinmemek ile beraber, savunma sisteminin şimdi bize kalan halinden daha karmaşık bir yapıda olduğu bellidir. Bu sistem daha önceki birçok kuşatmada kenti korumayı başarmıştır. Şehir ayrıca Haliç girişini kapatmak için kullanılan toplamı 550 metreyi bulan ve su üzerinde dubalar yardımı ile duran Sarayburnu ile Cenevizlilere ait Galata arasında çekilen zincir ile de korunmaktadır. Bu sayede düşman gemilerinin Haliç içerisine girerek tehdit oluşturmaları önlenmektedir.

Ancak Fatih'in hayalleri geniştir ve içerisinde bu kente sahip da olmak vardır.

Karamanoğulları üzerine yaptıği seferden sonra Fatih Edirne'ye dönüşte divanı toplar ve Kontantiniye'nin neden fethedilmesi gerektiği konusunda bir konuşma yapar. Ona göre, Osmanlı Devleti bu şehir alınmadan asla güvenlik içerisinde olamayacaktır. Öncelikle sefer zamanlarında ordunun boğazlardan geçişinin hem babası hem de kendisinin son dönüşünde boğazlara hakim olan İtalyan devletlerince nasıl engellenmeye çalışıldığını hatırlatır. Ayrıca yine bu şehir nedeni ile her zaman yeni bir Haçlı seferi gündeme gelmektedir. Diğer taraftan Bizans geçmiş dönemden beri Osmanlı Devleti içindeki taht kavgalarını desteklemiş, şimdi de Şehzade Orhan'ı Fatih'in egemenliğine karşı bir koz olarak elinde tutmaktadır. Bir başka çok önemli neden ise Bizans'ın 1423 yılında Selanik'i Venediklilere vermesine benzer bir durumun Kostantiniye'nin de başına gelme ihtimalidir. Bu durumda kentin bir daha asla ele geçirilemeyeceği ve bunun da devletin tam ortasında her daim böyle bir güvenlik sorununun bulunması anlamına geleceğini belirtir.

Toplantıda bulunan vezirler görüşlerini sunarken Çandarlı Halil Paşa yine kuşatmaya karşı çıkarak, bunun Haçlı ordularını yeniden sefere çıkmaya teşvik edeceğini, böyle bir durumda ordunun iki ateş arasında kalarak bozguna uğrama ihtimali olacağını ileri sürer. Kendisinin bahsetmediği ama endişe ettiği bir diğer neden ise şehrin alınması durumunda otoritesinin -Zağanos Paşa lehine- azalacağını düşünmesidir ki ilerleyen günlerde bu kaygısının yersiz olmadığı ortaya çıkacaktır.

Ancak Fatih'in kararlı tavrı neticesinde divandan savaş kararı çıkar ve muhalif olanlar dahi ittifak etmek durumunda kalırlar. Ve hazırlıklara başlanılır.

Öncelikle devletin tüm eyaletlerine ferman yollanarak "Boğazkesen" olarak adlandırılacak Anadolu Hisarının tam karşısına yapılacak yeni hisarın hazırlıklarına başlanır. Fatih, şeklinin de bizzat kendisi tarafından çizildiği söylenen hisarın ne kadar zamanda yapılabileceğini sorar. Kimisi 2 yıl der. Kimisi ise daha iddialı şekilde 1 yılda tamamlanabileceğini belirtir. O ise ''Hayır, 4 ayda bitecek'' der.

Bu süre içerisinde bitirilebilmesini sağlamak adına da hisarda bulunan 4 kulenin her birinin yapım sorumluluğunu farklı bir vezire verir. Kendisi de arada kalan surları yaptıracaktır. Fatih'in belki de  bu görev paylaşımını yaparken hedeflediği şekilde 4 vezir de diğer kuleleri yapanlardan geride kalmamak adına bazen inşaat faaliyetlerine bizzat katılarak hızla hisarın tamamlanmasını sağlarlar. 15 Nisan da inşasına başlanan hisar, 4.5 ayda 31 Ağustos 1452 de tamamlanır.

Bu esnada hayatın garip cilveleri yine Fatih'in lehine çalışmaya devam eder. Urban adında Macar kökenli bir top ustası önce Konstantiniye'ye gitmiş, ancak İmparator Konstantin'in kendisine yeterince maddi imkan sunamaması neticesinde onun yanından ayrılarak bu sefer şansını Fatih'in yanında denemeye karar vermiştir. Konstantin, ilerleyen zamanda başına ne kadar dert açacağını bilse muhtemelen o dönem bu topçu ustasının kenti terk etmesine izin vermeyecektir.

Fatih, yanına gelen top ustasını büyük bir saygı ile karşılar. Ona Konstantiniye'nin surlarını yıkabilecek bir top yapıp yapamayacağını sorar. Urban usta böyle bir top yapabileceğini ancak menzilinden emin olamayacağını söyler. Aldığı cevaptan memnun kalan Fatih, menzile bilahare bakılacağını söyleyerek onu top imalatlarına başlaması için görevlendirir. Yaptığı ilk toplardan birisi Boğazkesen'e (Rumelihsarı) yerleştiririlir ve 1452 Kasımında buradan geçmekte olan ve dur ihtarına uymayan bir Venedik gemisi bu toplar ile batırılır.

Fatih, daha sonra Urban ustadan ilk toptan daha büyük bir top yapmasını ister. Urban usta bu sefer de boyu 8 metreyi çapı ise 75 cm yi aşan yeni bir top yapar. Atacağı gülleler ise yarım tonu aşacaktır. İlk atış denemesi Edirne'de şehir dışında yapılmadan önce bütün şehre tellaklar ile haber salınarak halk yapılacak deneme öncesinde uyarılır. Sonrasında da deneme esnasında hakikaten kulakları sağır edici bir gürültü duyulur. Atış başarılıdır.

Kuşatma esnasında en büyük top bu olacak ve Urban usta bu büyüklükte olmasa da boyları 4.5 metreyi aşan ve adına "şahi" denen topların imalatını yapacaktır. Urban'ın yaptığı toplar Konstantiniye'yi alacaktır ama aynı toplar savaşın en kızgın döneminde fazla ısınmış ve yıpranmış olmaları nedeni ile bir atış sırasında parçalanarak yanlarında bulunan ustanın da canını alacaktır.

Edirne de kaç top döküm hanesinin kurulduğu bilinmiyor ama toplamda 4 şahi ve 74 adet orta büyüklükte top imal edildiği rivayet edilir. 1453 Şubat aylarının başında yapılan bu toplar, herbirinde 60 öküzün çektiği ve ilave 200 kişinin de devrilmemesi için halatlar ile tuttuğu bir halde günde 4 km hızla Konstantiniye'ye doğru yola çıkarlar.

Fatih kuşatmada kara gücünün yanında bir başka kuvvetin daha önemli olacağını düşünür. 3 tarafı deniz ile çevrili bu kent için donanmaya da ihtiyaç olacaktır. Gelibolu tershanelerinde 20 tanesi kadırga olmak üzere yüzün üzerinde gemi inşa ettirir. Donanmanın başına ise liyakatten ziyade itaat olarak güvendiği Baltaoğlu Süleyman Paşa'yı Kaptanı Derya olarak atar. Baltaoğlu, kuşatma esnasında yaşanan deniz savaşı yenilgisi sonrasında Fatih'in canını almasından son anda kurtulsa da,  mevkisini kaybedecektir. (İstanbul İstinye'de ki Balta Limanının adı da bu paşadan gelir)

Ordunun kara gücüne gelince, bu konuda da çok muhtelif sayılar verilmek ile beraber yaklaşık 100 bin kişilik bir kuvvetin bulunduğu yönelik tahminler kuvvetlidir. Bunların 10 binini Yeniçeriler oluştururken, geri kalanlar gönüllüler, paralı askerler, Azaplar ve sipahilerden oluşur.

Savunmacılar tarafında ise İmparator Konstantin de kaçınılmaz görünen savaşa yönelik hazırlıklara başlamıştır. Batı dünyasından yardım isteyen imparator bunu sağlamak adına kilise birliğini de kurmaya çalışmış ancak halkı karşısına alarak yaptığı bu gayrete rağmen batıdan kuşatma olana kadar ciddi bir askeri yardım gelmemiştir. Sadece Kilise birliği töreni için Ekim 1452 de Kardinal İsidoros eşliğinde Papanın gönderdiği 200 okçu gelmiştir. Ocak 1453 de  ise bu tür savaşlardaki ustalığını kuşatma süresince de gösterecek olan Cenevizli Giovanni Giustiniani Longo isminde bir asker 700 adamı ile beraber gelecek ve şehrin savunma kuvvetine dahil olacaktır. Bunun dışında ise Batıdan anlamlı bir yardım savaşın sonuna kadar gelmeyecek, sanki Kontantinapolis kendi kaderine terk edilmiş halde bırakılacaktır.

İmparator, savunmaya yardıma gelen Longo'nun askeri yetenekleri muhtemelen daha öncesinden bildiği için ona savaşın en çetin geçeceği ve ana saldırın da yapılacağı tahmin edilen kara surlarını koruma görevini verilir. Ancak Konstantinapolis'teki tek yabancı savunmacı Longo değildir. Osmanlı tahtı üzerinde hak iddia eden ve Yıldırım Beyazıt torunu olan Şehzade Orhan da savunmada görev almış, kendisine Marmara Denizi'nde bulunan surların savunması teslim edilmiştir.

İmparator Konstantin'in 2 kardeşi, başlayacak kuşatma öncesinde Yunanistan'ın güneyinde bulunan son Bizans bölgesi olan Mora'da despot olarak görev yapmaktadırlar. Fatih onların savunmaya yardımına gelmesine engel olmak için  o bölgeye bir ordu gönderip, kuşatma öncesi ve esnasında yerlerinden kıpırdamamalarını sağlayacaktır. Böylelikle kentin savunma gücüne gelecek muhtemel desteklerin önüne geçilmektedir.

Konstantin son hazırlıklarını yapmak üzere elinde bulunan kaynakları tespit etmek ister. Güvendiği bir adamına sayım yaptırır. Kent surlarının genişliğine karşın savunmacılarının sayısının 4773 Bizans askerinden oluştuğu tespit edilir. Rivayet odur ki bu rakamı duyunca imparator büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak, gerçek sayının asla halka açıklanmamasını ister. Gelen yabancı asker ve gönüllüler ile savunma gücünün 7 ile 8 bin kişi arasında olduğu tahmin edilmektedir. Toplam 32 bin metre boyunca uzanacak surları gece ve gündüz koruyacak adam sayısı ancak bu kadardır. Yani kabaca her 5 metre sura 1 asker.

Bahar olur, savaş yaklaşır.

Fatih, müslümanlar için haftanın en önemli günü olan cuma günü tarihler  23 Martı gösterirken, ordusu ile beraber Edirne'den ayrılır. 1 Nisan pazar günü de Ortadoks takviminin en kutsal günü olan Paskalya Yortusudur. Gece ayinler yapılır ama artık Ortadoks cemaatin gitmediği Ayasofya sessizdir. Ertesi gün 2 nisan da ise Osmanlı ordusu surların önünde belirmeye başlar. Aynı gün Haliç'e o meşhur zincir çekilerek bir anlamda savaşın ateşsiz ilk aşamaları başlamış olur. Bu zincir 717 yılında ilk Arap kuşatması esnasında gemilerin Haliç'e girmesini engellemek amacı ile yapılmış ve başarısı sonrası daha sonraki kuşatmalarda da kullanılmış, şimdi de Osmanlı Donanmasına da engel oluşturacaktır.

Osmanlı Devleti Avrupa'daki ilk kalesini bundan 101 yıl önce Kalli Polis'te (Gelibolu) bulunan Bolayır'ı alarak elde etmiştir. Şimdi sırada Konstantinapolis var mı? Yoksa şehir Arapların 736 yıl önceki ilk denemesinden sonra bir çok defa daha direndiği şekilde fethedilmezlik ünvanını korumaya devam edecek midir ?

Sonu bilinen ama detayı pek bilinmeyen bir şekilde

Bir sonraki yazıda; Fatih'in Hikayesi Devam 4. Bölüm ve Kuşatmanın gün gün olayları.

.......................................................................................................................................................

Resim: 1422 yılında italyan gezgini papaz Cristoforo Buondelmonti tarafından yapılan İstanbul'un en eski haritası.

Müzik önerisi: Can Atilla- Boğaziçi Rüyaları





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokular

Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam- 2. Bölüm (2. Yazı)