Olof Palme - The Man Who Played With Fire (1. Bölüm)

 Ölümü düşünürseniz korkmaya başlarsınız. 

Canlılığınızı ve cesaretinizi kaybedersiniz. 

Olof Palme

Ortaokul çağında iken yanlarında kaldığım dayım ile beraber akşam haberlerini izliyorduk. Şimdi bakınca tarihin 1 Mart 1986 olduğunu anlıyorum. Televizyonda spiker bir gün önce İsveç Başbakanı Olof Palme'nin vurularak öldürüldüğünü söylemişti. Haberi izleyen dayım birden ''Eyvah, iyi adamdı'' dedi. Yüz ifadesi kötü bir haber almanın şaşkınlık ve hüznüne büründü. Dayım için iyi olan, benim için de iyi idi. Adını ilk kez o anda duymuş olsam bile sonrasında Olof Palme'ye karşı sempatim hep devam etti. 

O yıllarda hakkında çok fazla birşey öğrenemesem de ilerleyen zamanda yaşamaya başladığım İzmir'de, oturduğumuz semtin en güzel parklarından birisinin onun adını taşıması güzel bir sürpriz olmuştu. Sonraki yıllarda hakkında Türkiye'de yayınlanan tek biyografi kitabını görünce (İş Bankası Yayınları) hemen aldım. 2021 yılında Netflix onun tartışmalı ölümüne ilişkin bir dizi yayınlayınca (The Unlikely Murderer) nerede ise bir solukta bitirdim. Dizideki başrol oyuncusunun olağanüstü performansına ve yine çok başarılı bir şekilde yaratılan dönem atmosferine rağmen, dizinin işaret ettiği muhtemel katil ve olayın gerçekleşme biçimi hakkında kafamda bir çok soru işareti kalmıştı. Dizi, gerçekte silah sahibi olmayan, bunu arkadaşının koleksiyonundan çaldığına inanılan, en önemli motivasyonunun aslında ülke içinde o dönem özellikle aşırı sağcılarda sıkça rastlanılan Palme Nefretine bağlayan, bir taraftan da hayatta yaşadığı duygusal başarısızlıklardan dolayı kendisini kanıtlamak isteyen birine işaret ediyordu. Cinayet zanlısı olarak gösterilen bu kişi 2000 yılında öldüğü için de artık ilave bir inceleme yapılamayacağı gerekçesi ile tam 34 yıldır devam eden soruşturma elde hiçbir somut kanıt bulunmadığı halde savcılık tarafından resmi olarak da kapatılıyordu!

Daha yakın bir dönemde ise bu sefer bir sahaf dükkanında ''Olof Palme Vuruldu'' isimli kitabı görünce alıp sayfalarını hemen çevirmeye başladım. Kitabın yazarı, Olof Palme cinayeti sonrası soruşturmayı yürüten dönemin Stockholm Emniyet Müdürü görevindeki Hans Holmer'di. Ancak Holmer görevi süresince cinayeti çözmeyi başaramamış, yayınladığı kitapta cinayete azmettirdiğini düşündüğü şüpheliler varsa da bunların isimlerine yer verememişti. Ama olayın arkasında kanıtlayamadığı bir komplo olduğu kanaatine varmış olacak ki, yazdığı kitabın ilk bölümünde isimsiz bir şekilde organize bir ekibin Başbakanın cinayetini nasıl gerçekleştirdiğine ilişkin kurgu bir öykü yazmıştır. Ancak kitabın tamamı okunduğunda, belki sadece soruşturmayı yürüten kişiye yüklenemeyecek derecede sürecin nasıl kötü yönetildiğine şahit olunur.  

Derken bir gün takip ettiğim 221B isimli Polisiye Dergide bir makaleye denk geldim. Makale Jan Stocklassa adında bir araştırmacının biraz da tesadüf eseri bir başka İsveçli yazar Steig Larsson'a ait olan ve Olof Palme cinayetini içeren araştırmalarına dayanan arşivine ilişkindi. Jan Stocklassa, artık hayatta olmayan Steig Larsson'ın arşiv belgelerinin peşinden yıllarca kendi araştırmasını yapmış ve bu belgeleri polisle de paylaştıktan sonra 2019 yılında önce kitap olarak yayınlamış, sonrasında ise 2023 yılında belgesel olarak çekmişti.

Makaleyi okuduğumda konuya ilişkin bir çok soru işaretinin cevabının belgeselde yer aldığını gördüm. Belgesel (The Man Who Played With Fire) cinayet ve sonrasındaki sürecin aslında bizlere anlatılardan nasıl çok daha karmaşık bir ilişkiler ağını kapsadığını gösteriyordu. Belgesele kaynak olan aynı isimdeki kitap ise Türkiye'de yayınlanmamıştı. Makaleyi yazan ve aynı zamanda derginin de editörü olan kişi ile kurduğum iletişimde, kitabın şu günün ekonomik koşullarında Türkiye'de yayınlanmasının zor olduğunu öğrenince mevcut olan İngilizce baskısını temin etmek dışında bir yöntem kalmamıştı elimde. Neyse ki bu eskisi kadar zor değil günümüzde. Kitabı okurken belgeselde yer almayan bölümleri de görünce, üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen bir ülke başbakanına düzenlenen suikastın nasıl olup da yıllar boyunca aydınlatılamadığını ve sürekli yasal mercilerce de ortak bir şekilde örtbas edilmeye çalışıldığını daha iyi anladım. İşte bundan sonrasında okuyacaklarınız yukarda belirtilen ve bunun haricinde ulaştığım kaynaklardaki bilgilerin bir çeşit harmanı olmak ile beraber ana olarak Jan Stocklassa'nın,  Steig Larsson arşivlerinden yola çıkarak yaptığı çalışmalara  dayanmaktadır.     

Bunları anlatmak için biz yine zamanda biraz daha geriye gidip olanları hatırlayalım.

Olof Palme suikastından sonra katilin bulunamaması ve cinayet nedeninin belirlenememesi uzun yıllar dünya gündemini meşgul ederken İsveç halkında da bir travma yaratmıştır. Öyle ki 90'lardan itibaren yükselen İskandinav Polisiyesinin (Nordic Noir) kökeninin aslında bu cinayete ve sonrasında insanların konuya merakına verilen ad ile Palme Virüsüne  bağlanır. 

Bunun en güzel örneği ise ''Ejderha Dövmeli Kız'' ile başlayan polisiye serisi olan Millenium'un aslen bir İsveçli gazeteci olan Steig Larsson tarafından yazılmış olmasıdır. Hatta kitabın ana karakterlerinden Ejderha Dövmesi olan bilgisayar uzmanı acar dedetif kızın adı ile Olof Palme'nin vurulduğu esnada yanında olan eşinin adı aynıdır. Lisbeth !

Peki Steig Larsson'ın kahramanın adını bu şekilde koyması acaba toplumda var olan meraka karşı bir sempati midir ? Yoksa aslında altında daha derin bir neden mi var mıdır? Bu yazının da konusu bir taraftan bunun cevabını ararken bir taraftan da cinayet sonrası günümüze kadar gelen bazı gariplikleri izlemektir. 

1954 yılında doğan Steig Larsson, çocukluğunu dedesinin yanında geçirir. Büyükannesinin de olduğu evde sevgi ve oyun içerisinde geçen bir çocukluk yaşar. Dedesi 2. Dünya Savaşını görmüş ve İsveç'te savaş sonrası alttan alta halen yaşayan Nazi yanlısı aşırı sağ karşıtı birisidir. İnsan çocukken kimin ile güzel vakit geçirir ise o kişinin sevdiklerine yakınlık hisseder. Stieg'de de böyle olur. Dedesi gibi sola yakın bir ideolojiye sahip olurken, nerede ise hayatı boyunca kalemini kullanarak aşırı sağ ile mücadele eder. Ancak dedesi o henüz dokuz yaşında iken kalp krizinden ölür. Ne gariptir ki yıllar sonra Steig de aynı nedenle ve dedesi ile aynı yaşta -50 yaşında-, yazdığı polisiye roman serisi Millenium henüz daha basılmadan 2004 yılında ölecektir.  

Olof Palme ise 1927 yılında varlıklı bir ailede doğan ve 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD'ye de giderek iyi eğitim alan bir kişidir. Ülkeye dönüşünden sonra bürokrasi ve politika ile ilgili olmak ister. 1953 yılında yolu bir şekilde o dönem kendisi için bir asistan arayan İsveç Başbakanı Tage Erlander ile kesişir. Soayal Demokrat Parti lideri olan Erlander bu iyi eğitimli, İngilizce ve Almancaya hakim ve henüz 27 yaşında olan zeki gence (IQ'su 156'dır) hemen kanı ısınır ve yanına alır. Palme zamanla hem Erlander'e hem de diğer siyasilere kendisini kabul ettirir ve 1963 yılında henüz 37 yaşında iken kabineye girmeyi başarır. 1969'da ise Erlander'in yerine Başbakan olarak göreve başlar ve 1976 - 1982 yılları hariç ölümüne kadar bu görevde devam eder. 

İsveç gelişmiş bir ülke olmasına karşın o dönemler 2 Kutuplu Dünya siyaseti içerisinde 10 milyonluk nüfusu ile görece küçüktür. Ancak özellikle Palme döneminde izlenilen tarafsızlık politikaları ile dünyada ezilenlerin yanında yer alan söylemlerde bulunur. Vahşi kapitalizm ile komünizm haricinde sosyal ekonomik politikaların var olabileceğini göstererek farklı bir model sergiler ve tüm dünyada ağırlığını hissettirir.

Öncelikle ABD'nin Vietnam da yürüttüğü savaşa karşıdır. Amerikalıların, Vietnam-Hanoi'de düzenlediği şiddeti bir katliam olarak niteler. Stockholm'de yapılan savaş karşıtı yürüyüşte Kuzey Vietnam'ın Moskova Büyükelçisi ile kol kola yürüyerek olanları protesto eder. Bu davranışa kızan ABD ise elçisini İsveç'ten geri çağırır. Zaten ABD, Palme döneminde 2 kez elçisini geri çağırarak onun izlediği politikalara tepkisini koyacaktır. Ama Palme, ülkesi ve Dünya için doğru bildiğini yapmaya devam eder. ABD'nin bir diğer düşmanı olan Küba'yı 1975 yılında ziyaret ederek, bu ülkeyi ziyaret eden tarihteki ilk Batılı siyasetçi olur. 

İzlediği politikalar sadece ABD'yi kızdırmaz. İsrail-Filistin meselesinde FKÖ Lideri Arafat'ı Stockholm'de kabul ederek İsrail'in de tepkisini çeker. PKK'ya karşı tavır alarak, Abdullah Öcalan'ın İsveç'e siyasi sığınma talebini reddeder. Örgütün kendisinden ayrılanları hain olarak niteleyerek Avrupa çapında yaptığı infazlardan sonra PKK'yı Terör örgütü olarak niteleyen ilk ülke olur. Sonrasında PKK yönetimi bunun özellikle Almanya'ya sıçramasından korkarak Olof Palme yönetiminden - hafif ifade ile - hoşnutsuzluğunu her şekilde belli eder. 

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde 1994 yılına kadar devam eden ırkçı Apherteid Rejime karşı da açıkça muhaliftir. Bu rejime karşı mücadele eden siyahilerin örgütü olan Afrika Ulusal Konseyi'ni (ANC) siyaseten açıkça, maddi olarak da örtülü şekilde desteklemektedir. Bu destek o kadar önemlidir ki Palme'nin ölümü öncesinde ANC'nin maddi kaynaklarının %50'si İsveç'ten gelmektedir. Bu durum ise  hem Güney Afrika, hem de bu rejimi destekleyen Margaret Thatcher hükümeti yani İngiltere'nin tepkisini çekmektedir. Zaten yazının ilerleyen kısımlarında görüleceği üzere ana akım medyada hiç bahsedilmese bile sonrasında suikastın buralar ile bağlantı iddiaları ortaya çıkacaktır. 

Onun bir Sovyet casusu olduğuna inanan İsveç'teki aşırı sağcıların savunduklarının aksine SSCB ile de her zaman iyi değildir. İsveç karasularında yakalanan Sovyet Denizaltıları nedeni ile SSCB'ye nota verir. Nato'ya üye olmayı reddetse bile olası Sovyet işgaline karşı ABD ile savunma anlaşması imzalayarak SSCB'yi de kızdıracaktır.   

Sadece yurtdışı değil, yurtiçinde de sevmeyeni hatta ortadan kaldırılması gerektiğini düşünenlerin sayısı az değildir Palme'nin. Uygulamaya koyduğu emekçi taraftarı olan ekonomik politikalar, o zamanın dünyaya hakim olmaya çalışan vahşi kapitalizm politikalarının zıddıdır ve ülke içerisindeki sermaye sınıfının tepkisini çeker. Diğer taraftan izlediği politikaların ülkeye komünizmi getireceğini ve  bir süre sonrada ülkenin SSCB'ye bağlanacağını iddia eden aşırı sağcıların da hedefindedir. Bu aşırı sağcıların ülke bürokrasisi içerisinde özellikle polis teşkilatında dahi yer aldığı bilinir.

Bu ideolojiye sahip kişilerin örgütlenmiş olduğu yerlerden birisi de Avrupa İşçi Partisidir. Adının verdiği alışılmış sol politikaların tersine bu örgüt aşırı sağı savunmakta ve İsveç içerisinde de destekçileri bulunmaktadır. Ancak bu örgütün asıl maddi destekçisinin Lyndon LaRouche adlı esrarengiz Amerikalı bir zengin olduğu Palme Soruşturmasını yürüten Hans Holmer'in yazdığı kitapta da geçmektedir.

Bunların yanında yine bir Sovyet istilası ve olası komünizm atağı ile mücadele etmek için kurulmuş başka bir gizli örgüt daha bulunmaktadır. STAY BEHIND (GERİDE KAL) ismindeki bu örgüt, normalde NATO ülkelerinde kurulan kontgerilla tipinde bir oluşumdur ve ülke o zaman NATO üyesi olmadığı halde İsveç içerisinde de CIA tarafından oluşturulmuştur. Örgütü kuran kişi William Colby isminde bir Amerikalıdır ve belgeselde kendisi ile röportaj yapılan oğlu Carl Colby, Stockholm'de yaşadıkları 1951-53 yılları arasındaki dönemlerde babasının karanlık ilişkilerine değinirken, annesi ile kendisinin zaman zaman ''Acaba babalarının yaptığı gizli kapaklı işlerde aileyi aslında bir paravan olarak mı kullandığını'' sorguladıklarını söyler. Başka ülkelerde de görev yapan Colby'nin yetenekli bir ajan olduğu daha sonrasında CIA Başkanlığı görevi yapmasından da görülür.   

Olof Palme'ye karşı mücadele edenlerden birisi de Alf Enerström adında, siyasette bir dönem Palme ile beraber çalışmış ancak daha sonrasında her nedense muhalif olmuş ve bu muhalefetini eylemlerinin yanında ''Hükümeti Düşürdük'' adında yazdığı kitaplar ile de gösteren birisidir. Palme'ye karşı muhalefetini desteklemek isteyenler de ona kayıt dışı paralar aktarırlar. Bu gayri resmi desteklere ait para çantaları ise kimi zaman kendisine casusluk filmlerini aratmayacak şekilde lokantaların tuvaletlerinde bile teslim edilir. 

Alf Enerström, Palme aleyhine yazdığı ikinci kitap seçimlerin yapılacağı 1985 yılında piyasaya çıksa bile seçimler onun hedeflediği şekilde sonuçlanmaz ve 85 Eylül ayında Palme yeniden Başbakan olur. Bu hem yurtiçinde hem de yurtdışındaki Palme aleyhtarları için  hiç de iyi haber değildir. Ve Palme'den kurtulmak için artık ellerinde tek seçeneklerinin kaldığını düşünürler. 

Bundan sonra suikaste ilişkin okuyacağınız satırlar, Hans Holmer, Steig Larsson ve Jan Stocklassa'nın yaptığı çalışmalar ve olayın görgü tanıklarının da verdiği ifadeleri de içeren bir çeşit kurgu olarak kaleme alınmıştır! 

Soğuk Savaş Döneminin son turuna girildiği bir zamanda farklı bir dış politika ve ekonomik modelin var olabileceğini gösteren, böylece üçüncü bir yol arayan ülkelere rol model olacak bir seçeneğin varlığı birileri için tehlike yaratmaktadır. Dünyanın bir yerlerinde Palme'nin ortadan kaldırılması gerektiğini düşünenler bununla ilgili ''gerekli kişilerden gerekli onayları alırlar'' ve çalışmaya başlarlar. 

Öncelikle bir planlama grubu oluşturulur. Yapılacak suikastın asıl kaynak ile bağlantısını mümkün olduğu kadar uzak göstermek adına ilk önce İsveç içerisinden birisi bulmak istenir. Bu amaçla zamanında Yugoslav Gizli Servisinde çalışmış ancak daha sonra hükümeti tarafından ortadan kaldırılacağı düşüncesi ile İsveç'ten sığınma hakkı alarak Stockholm'de yaşamaya başlayan Ivan Von Birchan'a 2 milyon USD karşılığı Palme'yi öldürmesi teklif edilir. Ancak zamanında Afrika'da paralı askerlik de yapmış olan kişi reddeder. Palme'yi sevdiği için birşeylere engel olmak adına CIA bağlantısını da bildiği bu kişiyi ve konuyu polise Kasım 1985'te aktarır. Devamında PKK da dahil olmak üzere çeşitli tehditler yapılmış olsa da, Palme'ye bunlara ilişkin bilgi verilmez ve polis rutin koruma protokolüne devam eder.

Bu süre içerisinde Planlama Ekibi İsveç içerisinde müşterek hareket edecekleri yandaşlara ulaşmışlardır. Herhangi bir sorun olmaması adına da suikastı gerçekleştirecek profesyonel bir tim yurtdışından İsveç'e gelir.     

Başbakanın programları izlenmeye başlanır. Bunun için kaldığı konutun çevresinde de gözetleme yapılmaya başlanır. Bu kişiler dikkat çekmemek adına bir kaç farklı ekipten oluşsa ve nöbetleşe bir görevlendirme yapılsa da, bir akşam pencereden dışarı baktığında bu garip davranışlı kişilerden birisini Bayan Palme gözlemler. Durumu bildirmese bile kişinin simasını kısmen aklında tutar.

24 Şubat 1986, Pazartesi ile başlayan hafta İşveç'te okullar sömestr tatiline girer ve bir çok İsveçli kış tatili için şehir dışına çıkar. Palme ise çalışmaya devam etmekle beraber 26 Şubat çarşamba sonrasında şehirdışı bir programı bulunmaz. Programını takip eden Planlama Ekibi eylem için uygun bir zaman olduğunu düşünerek o tarihlerde şehir dışında olan ekip üyelerinin de Stockholm'e dönmesi talimatını verir.

27 Şubat Perşembe günü Palme'nin Sovyet İstihbaratı ile görüşmesi vardır. Muhtemelen Nisan ayında Sovyetler Birliğine yapacağı resmi ziyaretin içerik planlama ve müzakereleri yapılmaktadır. Bu görüşme ve yapılacak ziyaret Palme eyleminde görevli kişilerin kendilerince ne kadar doğru birşey yapacak olduklarına ilişkin bir gerekçe olur. 

28 Şubat Cuma günü Palme yine Başbakanlık'a gelir. Günlük programına devam eder. Akşam 18.00 de çıkarak evine gider. Bu sırada güvenlik konusunda bir olağanüstülük kendisine bildirilmediği için korumalarına da evlerine gitme izni verir. Akşam eşi ile konuşurken, oğlu ve kız arkadaşının sinemaya gideceğini öğrenir. Eşi kendilerinin de gitmesini teklif eder ve 20.30'da evden çıkarlar. Gerek gün içinde gerekse evden çıkmadan önce yapılan telefon görüşmelerini dinleyen saha destek ekibi ise durumu sahadaki eylem ekibine bildirir. Ancak bilinmeyen tek şey Olof Palme'nin zaman zaman kullandığı çelik yeleğin bu sefer üzerinde olup olmadığıdır. Ama zaten hazırlıklar da çelik yeleği etkisiz hale getirecek şekilde yapılmıştır. 

Palme'ler evden çıkarak en yakın metro istasyonuna giderler. Bu süre içerisinde o saatlerde çevrede olan görgü tanıkları ellerinde telsiz olan kişiler görürler.

Palme Çifti, Sveawagen Caddesinde bulunan sinemaya yaklaştıklarında metrodan inerler. Henüz bir hafta önce vizyona giren ''Mozart Kardeşler'' filminin gösterildiği Grand Sinema'daki 21.15 seansına az bir zaman kala oğulları ve kız arkadaşı ile buluşarak sinemaya girerler. Bu süre içerisinde eylem ekibi Palme'nin yanında korumalarının bulunmadığını da tam olarak teyit etmiş olur. Ancak Başbakanı metro çıkışından sinemaya kadar olan mesafede uzaktan da olsa takip eden ve bu kişilerin yine telsiz kullandıklarını belirten görgü tanıkları vardır. Olaydan sonra buna tanıklık eden kişi sayısı toplam 36'dır! 

Filmin bitmesine yaklaşık 2 saat vardır ve tüm hazırlıkların yapılması için süre yeterlidir. Ancak eylem ekibi Başbakanın olası erken çıkışı için sinemayı gözetlemeye devam eder. Bir taraftan da sinema çıkışına göre caddenin her iki yönüne de tetikçiler yerleştirilir. 

23.02'de film biter. Palme,  eşi, oğlu ve onun kız arkadaşı ile sinemadan çıkarlar. Oğlu ve kız arkadaşı Palme çifttine göre ters yöne gidecekleri için kapı önünde vedalaşarak ayırılırlar. Palme, eşi ile beraber sinema çıkış yönüne göre caddenin sağ tarafına dönerek ilerlerler. Oğlu ayrıldıktan sonra babasının arkasından bir adamın onu takip eder gibi hareket ettiğini gözlemler ama simasını seçemez. Daha sonra yine başka görgü tanıkları Başbakanın önünde iki kişinin, arkasında ise bir kişinin onları takip ederek devam ettiklerini görür. Bu kişilerin Başbakanın koruma görevlileri olduğunu düşünerek önemsemezler. Aslında bu eskortların sebebi tetikçinin yapacağı eyleme kolaylık sağlamak adına Başbakanın çevresinde boş bir alan yaratılması, ilgisiz hiçbir kişinin o alana girmemesinin sağlanmasıdır. 

Tetikçi eylem sonrası kaçmak için kendisinin takip edilmesini zorlaştırmak adına caddeyi kesen, araç trafiğine kapalı bir şekilde sadece merdivenlerin olduğu bir sokak girişini seçer. Bayan Palme sinema çıkışı sonrası yolun karşısında bir mağazaya bakmak ister. Tetikçi de halen uzakta olan Palme çiftini karşılayacak şekilde yolun karşısına geçerek belirlediği noktada onları beklemeye başlar. Palme'ler beraber geçirdikleri bu özel zamandan keyif alarak yavaş yavaş kapalı da olsa mağaza vitrinlerine bakarak yürürler. Son olarak tetikçinin de bulunduğu mağazaya geldiklerinde kendi aralarında sohbete dalmışlardır ve hemen mağazanın önünde onları bekleyen kişiye dikkat etmeden önünden yürürler. Tetikçi hemen arkalarından yaklaşır ve horozunu kaldırdığı tabancasını Olof Palme'nin sırtına doğru yöneltirken bir taraftan da hedefini fiziken kontrol etmek adına Palme'nin sol omzuna sol elini koyar ve tetiği çeker. Gerek tabancanın gerekse kullanılan merminin gücü nedeni ile Olof Palme daha yere düşmeden nefes borusu parçalanarak ölür. Tetikçi bir sefer daha silahını ateşler ancak bu ikinci kurşun Bayan Palme'nin sırtını sıyırarak ölümcül bir yara vermez. Bayan Palme yere yığılan kocasının yanına hızla çöker. O esnada çevrede bulunanlar arasında bir süre önce evlerinin önünde gördüğü şüpheli kişinin simasına benzeyen birilerini de görür. Bu esnada tetikçi tanıkların ifadesi ile eğitimli bir askerin tarzına benzer şekilde antrenmanlı adımlar ile merdivenleri koşarak çıkar ve gözden kaybolur. Bir kaç sokak ötede kendisini bekleyen Passat marka araca üzerindeki kıyafetleri değiştirerek biner. Araçtakiler tetikçiyi aldıktan sonra hızla uzaklaşırlar. Bu esnada sahada olan tüm eylem ekibi de kararlaştırılan şekilde hızla olay mahallinden ayrılır.          

Ve Avrupa Siyasi Tarihinin Kennedy'si olarak adlandırılan olay sonrası bugüne kadar devam eden gariplik ve bilinmezlikler silsilesi devam eder.

O geceden sonra yaşanılanlar ve Steig Larsson'un kayıp arşivinin izini süren Jan Stocklassa'nın araştırmalarının hikayesi bir sonraki yazıda. 




Yorumlar

  1. Çok akıcı güzel bir anlatım olmuş, eline sağlık...

    YanıtlaSil
  2. İsveç’e duyduğum sempatinin temelinde Olof Palme ve izlediği siyaset vardır. Haliyle benim için ilgi çekici, aylınlatıcı bir yazı oldu. Emeğine sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokular

Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam- 2. Bölüm (2. Yazı)

Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi 1. Bölüm ( 3. Yazı)