Şarkıların Hikayesi, Sultan - ı Yegah'taki Yoldaşlar

Çok fazla yazılmaz ama bazı şarkıların hikayesini dinlemek en az şarkıyı dinlemek kadar haz verir insana. Bunlar bazen bir bestenin yapıldığı anın, bazen de zaten yapılmış bir besteye yazılan sözlerin  hikayeleri olabilir. 

Örneğin Murathan Mungan'ın Müslüm Gürses için organize ettiği ''Aşk Tesadüfleri Sever'' albümünde Tuna Kiremitçi'nin ''Temple Of The King'' şarkısına İstanbul'dan trenle Eskişehir'e giderken ''Affet'' isimli sözleri nasıl yazdığını anlatması, bir Mazhar-Fuat çalışması olan ''Ele Güne Karşı''nın Ferhan Şensoy'un ''Şahları da Vururlar'' adlı oyunundan doğup önce Seyyal Taner'in yorumlaması ve sonra yeniden MFÖ albümüne dönmesi, Eda Özülkü'nün eve geç gelen kocasına yazdığı sitem dolu mektubu, eşinin gece boyu çalışarak sonrasında Ajda Pekkan'dan dinleyeceğimiz ''Eğlen Güzelim Gününü Gün Et'' gibi bir parçaya dönüştürmesinin hikayeleri gibi. 

Ama bazı şarkılar da vardır, hikayesi yazılmasa olmaz, ne kadar yazılırsa yazılsın az gelir insana. Bunlardan birisi de ''Sultan-ı Yegah'' tır.  

1940'lar sonu 50'ler başı. Attila İlhan (Atilla değildir), Paris günlerinde entelektüel bir grup içinde edebiyat ve şiir sohbetlerine katılır. Fransız ve diğer ülkelerden gelenler, kendi edebiyatlarına ilişkin şiir örneklerini sunarlar. Attila İlhan da, Türk Şiirinden örnekler verir. Ancak Nazım Hikmet dahil kimin şiirini okusa ve anlatsa dinleyici grup etkilenmez, bunlara benzer başka eserlerin de olduğunu söylerler. 

O da sonunda bir gün Divan Edebiyatından eserleri anlatmaya karar verir. Şiirleri hem içerik hem de müzikal yön olarak, aruz veznini de anlatarak okur. Dinleyiciler bu sefer şiirlerin bitiminde ayağa kalkarak alkışlarlar onu. Bunun daha önce dünya edebiyatında örneğinin bulunmadığını söyleyerek, Türk Şiirinde neden bu şekil de yeni eserler verilmeye devam edilmediğini sorgularlar.

Aslında Attila İlhan, Divan Edebiyatı ve Klasik Türk Müziğine yabancı değildir. İzmir'de çocukluğunun geçtiği evde, anne ve babası sürekli bu şiir ve müzikle iç içedir. O da, Fransa'dan dönüşünde belki de bu Paris günlerinin etkisi ile şiirlerinde bu edebiyat ve müzik türünden esinlenen çalışmalar yapar. Bu çalışmalardan bir tanesi de ''Tutuklunun Günlüğü'' adında ki şiir kitabının ''İncesaz'' bölümünde toplanan şiirlerdir. Altı şiirin yer aldığı bu bölümde özellikle iki şiir, sonrasında yapılan besteler nedeni ile çok ünlenir. Bunlardan birisi ''Mahur'' isimli şiir, diğeri de ''Sultan-ı Yegah''tır.

Attila İlhan bu şiirleri 70'lerin başında, kendi ifadesi ile ''12 Mart Muhtıra Dönemi'' karanlığına bir eleştiri olarak yazar. ''Mahur'' isimli şiir, İzmir'de iken Deniz Gezmiş'lerin idam haberini aldığı gün Karşıyaka'dan Pasaport'a giderken bindiği vapurda içine çöken ağırlığı atmak amacı ile vapurun arka tarafında buğulanan gözleri denize (b)akarken yazılır! Sultan-ı Yegah'ta yine bu döneme, ay doğarken başlayan karanlıktaki ''Tekliğin Sultanlığına'' bir atıftır. 

73'te yayınlanan bu şiir kitabı yine kendi ifadesi ile tüm şiirlerin aynı şehirde (İzmir) yazıldığı tek kitaptır. Bu çalışması ile bir sonraki yıl, Türk Dil Kurumu Şiir ödülünü de alacaktır. İçindeki şiirler yıllarca okunur, söylenir, derken bazı şiirler için artık şarkılara dönüşme zamanı gelir. Sultan-ı Yegah için de bunu yapacak kişi Ergüder Yoldaş olur.

Kendisini tanıyanlar ve öğrencisi olanlar onu sadece bir besteci, kompozitör olarak değil, aynı zamanda bir müzik kuramcısı olarak da tanımlarlar. Öyle ki Türk Müziğinin 26 sesli olduğunu belirten müzik otoritelerinin aksine o, müziğimizin 52 sesli olduğunu bilimsel ispatları ile ileri sürer. Bunu iddia ederken aslında yurtdışına da uzanan sağlam bir eğitim temeli vardır.   

Ankara Devlet Konservatuarını bitiren Ergüder Yoldaş, eğitimine devam etmek icin Viyana'ya gider, yüksek lisansını orada yapar. Sonrasında yolu, hemşehrisi Attila İlhan gibi Paris'e düşer. Burada biraz da tesadüfen koro çalışması yapan bir rahip ile tanışır. Rahip daha önce 10 yıl kadar Çin'de yaşamış ve orada Shaolin Rahiplerinden nefes teknikleri öğrenmiş, bu öğrendiklerini de kendi kilise korosunda kullanan birisidir. Yoldaş da bu tekniği alacak ve kendi müziğine de uyumlandırarak ileride öğrencilerine aktaracaktır. 

Paris'ten ayrılışında St. Petersburg'a geçerek burada müzik fiziği ve kompozitörlük eğitimi alır. Rusya'da aldığı bu eğitiminden, o dönemlerdeki hakim ideolojinin müzik çalışmalarını gölgeleyeceği düşüncesi ile pek bahsetmez. Şahsi olarak siyasi düşüncesi ne olursa olsun, o bir müzik tutkunu olarak müziğini siyasi ideolojilerin üzerinde tutar. İstediği, aslen köklerimize dayanan ama günceli de yakalayan bir müzik harmanıdır. Onun yaptıklarını izleyenler başardığı işlerin aslında zamanında Atatürk'ün Türk Müziğinde kurmaya çalıştığı ekol olduğunu söylerler. Eleştirmek isteyenler de icat ettiği müziği bir tür ''Osmanlı Pop'' olarak nitelerler. O ise ''Kendi türkülerimizi dinleyip, kendi öykülerimizi anlattığımız müddetçe bu toprakların bizim olduğuna inanabiliriz'' der.

Yoldaş'ın kendisince oluşturduğu bu senteze ait eserler 60'lı yıllardan 80'lerin başına kadar devam eder. Bu esnada Esin Avşar, Ayla Algan gibi sanatçılar ile de çalışarak, yurtiçi ve yurtdışı yarışmalarda dereceler alır. Hatta Ayla Algan ile Polonya'da düzenlenen bir yarışmada 1.liği kazanırlar. Ama onu en fazla etkileyen eseri ''Berlin Berlin''dir. Bir Almanya seyahatinde, bu kentte bulunan yaşlıların yalnızlığını gözlemleyerek yazdığı bu şarkıya ilişkin sorularda hep duygusallaşır ve diğer hiçbir şarkısında olmayan bir hüzne kapılır. Belki de şarkı ve hissettikleri onun daha sonra inzivaya çekildiği Büyükada günlerini hatırlattığı için olacaktır bu. 

Ergüder Yoldaş o kadar müzik tutkunudur ki bir dönem Afrika'ya müzik araştırmaları yapmak için dahi gider. Hatta bu gezisi esnasında Türkiye'de ki annesi trafik kazası geçirerek vefat eder. O ise cenazesine yetişemez ve bunun acısını da sonrasında hep yaşar. 

Şarkımızın hikayesine dönecek olursak, Ergüder Yoldaş, 70'lerin sonu ve 80'li yılların başında yine kökleri geçmişe uzanan bir müzik çalışması yapmak için uğraşmaktadır. O sırada edebiyat yönü de kuvvetli öğrencisi (Ercan Çakır) ona Attila İlhan'ın ''Sultan-ı Yegah'' ve ''Mahur'' isimli şiirlerini gösterir. İçlerinden de özellikle de ''Sultan-ı Yegah''a odaklanır. Aslında bir Türk Müziği makamı da olan ''Sultani Yegah''a atfen yazılan şiir, içerdiği tınılarla da yine Klasik Türk müziğinden esintiler taşımaktadır.  Şiirde yazılan Sultan-ı Yegah ile makam olan Sultani Yegah arasında ise anlam farkı bulunmaktadır. ''Yegah'' teklik anlamında olduğu için ''Sultan-ı Yegah'' tekliğin sultanlığı anlamına gelirken ''Sultani Yegah'', sultana has bir teklik gibi ifade edilebilir. Attila İlhan, ''Tutukluğunun Günlüğü'' şiir kitabının ekinde yazdığı ''Meraklısı İçin Notlar'' bölümünde bu tanımlama farklılığına ilişkin bir yorumda bulunmasa da, genel okuyucular şiirde verilmek istenen anlamın otoriter bir yönetime eleştirel bir atıf olduğunu belirtirler.      

Ergüder Yoldaş, ''Sultan-Yegah'' şiirini besteler ve o dönem eşi olan Nur Yoldaş da şarkıyı seslendirir. 1981 yılının başında, 45'lik plak olarak da yayınlanan şarkı, o zaman ulusal yayında tekel konumunda olan TRT'ye de gönderilir. Henüz bir kaç ay önce gerçekleşen 80 Darbesi sonrasında sıkı bir denetim ekibi oluşturmuş olan kuruma yollanan bir çok eser aslında o dönem denetimden geçemiyor, ekranlarda ve radyoda da hep aynı parçalar çalıyordur. Ergüder ve Nur Yoldaş'ta şarkılarına gelecek cevabı beklerler ama aslında besteledikleri ve seslendirdikleri şarkının aslen bir önceki darbeye atfen yazılan sözler olduğunu bilmezler. Bunu öğrencisi olan Ercan Çakır, Ergüder Yoldaş'tan saklamıştır. Derken TRT'den cevap gelir. Muhtemelen şiirin sadece ilk kıtası bestelendiği ve buradan da tam darbe karşıtlığı anlaşılmadığı ve üzerine parçanın isminde bir Klasik Türk Müziği makamı adı taşıması nedeni ile bir teşekkür mektubu eşliğinde denetimden geçtiği bilgisi verilir. Sonrasında şarkı televizyon ve radyolarda çalınmaya başlar ve hit olur. 

Tam bu dönemde Attila İlhan da İstanbul'a taşınmıştır. Haberi alan Ergüder Yoldaş, Nur Yoldaş ve şiiri tavsiye eden öğrencisi Ercan Çakır ile beraber Attila İlhan'a ziyarete giderler. Kendisinden daha öncesinde beste yapmak için bir onay da alınmamıştır aslında. Söz elbette Sultan-ı Yegah'a gelir ve Attila İlhan ''Sizde de ne yürek varmış, benim darbe karşıtı yazdığım bir şiiri böyle bir zamanda bestelediniz. Muhtemelen anlamadılar, izin verdiler. Bundan sonrada anlamazlar'' mihvalinde birşeyler söyler.   

Şiirin aslen darbe eleştirisi olduğunu o sırada öğrenen Ergüder Yoldaş, şiiri öneren öğrencisine delici bir bakış fırlatır! Sonrasında eve gittiklerinde öğrencisine şiirin bu geçmişini bildiği halde neden kendisine bunu söylemediğini sorar. O da ''Eğer söylese idi ya şiiri bestelemeyeceğini ya da kendisini sınırlayacağı için bu şekilde bir beste yapamayacağını'' söyler. Bazen yakınlar arasında bile gerçeklerin konuşulmaması daha büyük bir erdemdir ve her ikisi de bunu bilecek olgunluktadır. Ergüder Yoldaş bir kaç saniye düşünür ve ''Haklısın, iyiki öyle yaptın'' der.

Öğrencisinin haklı olduğu aslında yapılan bestenin, şiirin bütününe hakim olan o karamsar havayı tam olarak yansıtmamasından da bellidir. Hatta TRT'de yayınlanan klipte Nur Yoldaş şarkıyı söylerken yüzünde gülümsemeler eksik olmaz!  

Ancak bir süre sonra şarkı TRT'de yayınlanmaz olur. Ergüder ve Nur Yoldaş durumu muhtemelen yetkililerinin anladığını ve bu yüzden şarkılarına artık sansür uyguladıklarını düşünürler. Oysa gerçek daha farklıdır!

O sıralarda haftalık bir dergide (TV de 7Gün - Mithat Sertoğlu'nun yazısı), ''Sultan-ı Yegah'' isim kullanımının yanlış olduğunu, ''Sultani Yegah'ın'' Tük müziğinde bir makam olduğunu, dolayısı ile doğru söyleniş ve yazılış şeklinin böyle olması gerektiğini belirten bir yazı kaleme alınır. Sonrasında dönemin TRT Genel Müdürü de (Macit Akman) yetkililere gerekenin yapılması talimatını verir. TRT'nin şarkıyı ''İ'' yerine ''I'' kullanıldığı için yayından kaldırdığı ve düzeltme yapılması için besteci ve soliste iletildiği yazılı basında bile haber olur (18 Temmuz 1981, Milliyet Gazetesi). Durumun içyüzünü anlayan Yoldaş çiftinin ise Garo Mafya'nın da bulunduğu o büyük orkestrayı (İstanbul Gelişim Orkestrası) yeniden toplaması mümkün değildir. Çözüm ise çok zor görünse de Nur Yoldaş'ın yeniden stüdyoya girerek parçanın içerisinde sadece o bölümü Sultan-ı yerine Sultani olarak söylemesi ile halletmeye çalışılırlar. Sonunda kayıt tamamlanır ve bu kısımdaki düzeltme eski eserin üzerine eklenerek yeniden TRT'ye gönderilir. Şarkı tekrar ekranlarda ve radyoda görünmeye başlar. Şu an dahi internet üzerinde o döneme ilişkin TRT kayıtlarında Nur Yoldaş'ın şarkıyı ''Sultani Yegah'' olarak seslendirdiği izlenebilir. 

Ergüder Yoldaş bu parçanın başarısı sonrasında yine benzer sentezlere dayalı başka parçalar da yaparak 1982 yılında Nur Yoldaş'ın seslendirdiği ''Sultan-ı Yegah'' albümünü yayınlar.  Hemen ertesi sene, 1983'te de ''Elde Var Hüzün'' adlı bir başka albüm daha çıkarırlar. Bu albüm bir öncekine göre daha da rafine bir müzik zevkine hitap eden ve genel dinleyiciye uzak bir albüm olur. Öğrencisi olan ve Sultan-ı Yegah'ı da tavsiye eden Ercan Çakır böyle bir albüm yapmak için henüz erken olduğunu belirtse de Ergüder Yoldaş bildiği ve inandığı müzik zevkinden piyasa beklentilerine göre vazgeçecek birisi değildir. Neticede albüm çıktıktan sonra bugün dahi dinleyici bulmasına karşın genel bir kabul görmez ve bir önceki albümün başarısı da yakalanamaz.

Yine tam bu dönemlerde Ergüder Yoldaş'ın hayatında -kendisinin de sonradan anlayacağı şekilde- bir başka kırılma yaşanır.

Bu albümlerin çıktığı tarihlerde İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Kampüsünde 1.Türk Müziği Kongresi yapılır. Kongrede dönemin tüm müzik otoriteleri bulunur. Oturum başkanlığını da Alâeddin Yavaşça yapmaktadır. Sunum sırası Ergüder Yoldaş'a gelir ve o da kendince Türk Müziğinin gelişimi konusundaki fikirlerini söyler. Hatta konuşmasının bir yerinde de ''Biz bu kafa ile gidersek insanlarımız çok değil, iki yada üç kuşak sonrası Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinlemeyecek'' diyerek hakim müzik anlayışına yönelik eleştirisini iletir. Muhtemelen bu çıkışı ve sağlam müzik teorisine dayanan diğer görüşleri orada bulunan müzik otoritelerinin egolarını sarsar.

Tarihte örneği çoktur. Egoları yüksek yetenekler, sayısı az olan dehaları (bazen) yok eder!

Ergüder Yoldaş'ta da bu olur. Bu tarihten sonra hem kendisinin hem de eşinin işleri aksar, sahne verilmez, iş yapamaz olurlar. Hatta TRT'ye yapacağı oratoryo çalışması yarılanmış olmasına karşın iptal edilir. Derken hayatını müzikten kazanan bu insanların tüm gelir kaynakları kesilir. Yaşanan maddi sıkıntılar evliliklerine de yansır ve soyadları aynı kalmaya devam etse de Nur ve Ergüder'in hayattaki Yoldaşlıkları sonlanır! 

Ergüder Yoldaş adeta silinmeye çalışılmasına ve karşısında oluşturulan düzene isyan ederek kendisini Büyükada'ya atar. Adanın arka tarafında yine kendisinden 50 yıl kadar önce 2. Dünya savaşından kaçan bir Alman'ın tek başına yaşadığı deniz gören bir bölgesine yerleşir. Orada bestelediği şarkısındaki gibi kendi sultanlığında tek başına yaşamaya başlar. Kendisini zaman zaman buradan almaya gelen yakınları olsa da ayrılmak istemez ve 12 yıl orada kalır. 

Derken bir gün yine öğrencisi olan İlknur Açıkel gelir ve hocasını kendisinde kalmaya ikna eder. Hatta İstiklal Caddesinde bir mekanda (Garibaldi) sahne almaya başlarlar. Hedeflerinde yeniden bir albüm çıkarmak da vardır. Bu dönem, zaman zaman televizyon programlarına da çıkarlar ve Yoldaş'ı özleyen dinleyici ve sanat camiası ile de hasret giderirler.

Ancak talih yine yanlarında değildir. Öğrencisi aynı zamanda bahçesi de olan evinde onlarca kediye bakmaktadır. Evin sahibi ise bu durumu kabullenemez ve evi boşaltmalarını ister. Öğrencisi mecburen bir arkadaşının yanına yerleşirken Ergüder Yoldaş da bir kaç kez farklı yerlerde kaldıktan sonra en son İzmir'de bulunan kız kardeşinin yanına gider. 

Yıllar geçer. Zamanında adada ki tek başına geçen anlardan sonra şimdi de bir oda da yalnızlığı seçer. Dehası akacak yer bulamaz, içinde her daim çalan müziği de kimselere sunamaz. Eskiden ses eğitimi veren kişi koah hastalığına yakalanır, konuşamaz olur. 2016 yılının başında da hayatı son bulur. 

En ünlü bestesinin adındaki o belirsizlik bir yerde onun da kaderi olur.

..............................................................................................................................................................

Notlar: 

1. Ekte Ergüder Yoldaş'a ait olan resim ve söz kendisinin solo albümü olan Anadolu Rüzgarı'na aittir. Çalıştığı plak şirketinin bir kapak çalışması yapmadığını gören Yoldaş, kendi anılarında bu resmi İstiklal'de o zamanki Vakko Mağazasının yanında bulunan seyyar bir karikatüriste 2.5 TL karşılığı yaptırdığını belirtir.

2. Şarkıya cover çalışması yapan Mor ve Ötesi grubunun solisti Harun Tekin şarkıyı ilk kez 1981'de henüz dört yaşında iken dinlediğini ve hayran kaldığını belirtir. Uzun süre yeniden yorumlamak için çalışan grup 2018'de bu yeni yorum çalışmasını tamamlayarak yayınlar.

Özel Not : Bu yazıyı lise döneminde  hocamız olan ve bizlerdeki müzik sevgisini de perçinleyen Ümit Özbakır'a teşekkür edebilmek adına da yazdım. Zamanında onun yönetiminde içinde olduğumuz okul korosunda yine onun besteleri ile seslendirdiğimiz şarkıları bugün dahi hatırlamak insana ayrı bir keyif verir. "İncecik Su Aktımı Yüreğinden" isimli parçasının ise ben de yeri daha da ayrıdır. Umarım bir gün o şarkıları layıki ile anabilecek bir yazı yazma cesaretini gösterebilirim. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokular

Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam- 2. Bölüm (2. Yazı)

Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi 1. Bölüm ( 3. Yazı)