Sancaktan Devlete Sonra Vilayete - Hatay'ın Güncesi

Bazı yıllar güzel filmlerin yılı olur. 1989 da kanımca öyle idi. ''Ölü Ozanlar Derneği'' ve ''Harry Sally ile Tanışınca'' gibi unutulmazların yanında ''Geleceğe Dönüş'' ve ''Indiana Jones'' serisinin de devam filmleri bu sene çekilmişti.

Indiana Jones'un 3. filmi olan ''Son Macera da (The Last Crusade)'' o sene yayınlanmış ve ben de sinemada izlemiştim. Film aslında Dan Brown'un ''Da Vinci Şifresi'' kitabında olduğu gibi Kutsal Kase'yi arayış ile geçer. Senaryoya göre Kutsal Kase'nin, Alexandretta, yani bizim adlandırdığımız hali ile İskenderun'da bulunduğuna inanan başrol oyuncuları, 1939 yılında geçen hikayede buraya gelir ve Kase'yi aramaya koyulur. Kase'nin, O'ndan içen kişiye ölümsüzlük vereceği inancı ile peşinde olanlar sadece bizim kahramanımız ''Indy'' değildir elbette. Artık bir Dünya Savaşına doğru ilerlemekte olan Hitler de (seride klasik olduğu hali ile) askerlerine ölümsüzlük sağlamak amacı ile bu Kase'nin peşine kendi adamlarını yollamıştır. 

Indy'nın babası rolünde Sean Connery'nin de farklı bir tat kattığı filmin bir bölümü 1939 yılında ayrı bir devlet görünümünde olan Hatay Cumhuriyeti'nde geçmesi nedeni ile kısa ömürlü olan bu Cumhuriyetin tek Cumhurbaşkanı olan Tayfur Sökmen ile buraya gelen Alman ekibinin de bir görüşme yapmasına sahne olur. Sinema görselliğine uygun olacağı düşüncesi ile filmin yönetmenleri gerek Tayfur Sökmen'in karakterini ve gerekse o dönemin özellikle yönetici kesiminin genel görünümünü gerçeğinden farklı olarak oryantalist bir havada göstermeyi tercih etmişlerdir.

Filmi bizler için daha da ilginç kılan nokta ise, Tayfur Sökmen'in torunu ile aynı salonda ve seansta izlemiş olmamızdır. Bunu nereden mi biliyorum. Çünkü torunu bizim sınıf arkadaşımız ve filmi izlemeye de aslında bu detayları bilmeden sınıftan kalabalık bir grup ile gitmiştik. Arkadaşımızın her zamanki olgunluğu, film sonunda kendisine takılmalarımıza karşın sergilediği samimi tepkilerde de kendini göstermişti.

Film elbette Hatay'ın tarihi ile ilgili değildi ve olandan farklı gösterdiği (örneğin Hatay Cumhuriyeti Bayrağı, filmin sonunda Antakya yerine Ürdün Petra'nın gösterilmesi gibi) konulara karşın, Hatay'da geçmesinin aslında gerçekçi bir nedeni vardı.

Saint Pierre Kilisesi Antakya'nın bir yanını saran Habibi Neccar (Stauris) Dağı'nın hemen yamacında bulunur. İnanışa göre İsa'nın 12 Havarisinden biri olan Aziz Petrus'un ilk vaaz verdiği ve aslen de dağ yamacında bir mağara olan bu yer Hristiyanlığın da ilk kilisesidir. Daha da ötesi aslında Hristiyanlık (Christian) sözünün de Antakya'da ortaya çıktığı söylenir. Yahudi inancına göre bir kişinin kutsanması, başına yağ sürülmesi ile olur ve bu kişilere mesh edilmiş (mesih) anlamına gelen  Yunanca Christos (Χριστός) denir. İşte Hristiyanlar için bu kullanım ilk olarak Antakya'da başlamıştır. 1983 yılında Papalık tarafından bir Hac yeri olarak da ilan edilen Kilisede, her yıl 29 Haziran'da ayinler düzenlenmektedir.

Antakya'nın tarihsel dokusu sadece bundan ibaret de değildir. MS'den sonra 1. yy'da Filistin Bölgesinde çıkan Yahudi isyanını bastırmakla görevli general ve babasından sonra da Roma imparatoru olacak kişi olan Titus'un kendi adını taşıyan ve tarihte kas gücü ile yapılmış en büyük tünellerden birisi Samandağ ilçesinde yer almaktadır. Yine Akdeniz'in en doğu ucunda olan bu ilçedeki sahil 14 km uzunluğu ile Türkiye'nin en uzun sahili konumundadır. Öyle ki bu sahil yerinden alınıp Akdeniz'in en batı ucu olan Cebelitarık'a yerleştirilmiş olsa, boğazı baştan başa kapatarak iki kıtayı birleştirebilir. 

Bunun yanında tarihte bir ticaret merkezi olan Antakya'da, muhtemelen zamanında farklı kıtalardan gelen kervanların yaptığı ticaretin gün sonunda da kesintiye uğramadan devam edebilmesi amacı ile şimdi adına Kurtuluş Caddesi denilen ve eskiden Herod diye anılan caddenin yine tarihte gece aydınlatması yapılan kamusal ilk açık alan olduğu söylenir.

Osmanlının son dönemine kadar hatırı sayılır bir ermeni nüfusuna da sahip olan bu bölge, yaşanan göçler sonrası cemaatin önemli ölçüde azalmasına karşın yine Türkiye'deki tek Ermeni köyü olan Vakıflı Köyünün de bulunduğu yerdir. 

MÖ 333'de bu bölgede yer alan İssos'ta (Erzin) Pers Kralı III. Darius'u yenen Büyük İskender, bölgedeki ''Myriandos'' isimli kentin adını değiştirerek ''Alexandreia'' adını vermiştir. Büyük İskender'den sonra buranın hakimiyeti, komutanlarından Seleucus Nicator'a geçer. O da Amik Ovasında Asi Nehri'nin kenarında yer alan kıyıya uzak daha iç bir bölgede ''Antiochus'' olan babasının adına atfen ''Antiocheia (Antakya)'' isminde yeni bir kent kurar. Kurulan şehir özellikle Roma döneminde ticaret ve tekstil alanında gelişerek büyür ve İtalya'da Roma ve Mısır'da İskenderiye'den sonra İmparatorluğun 3. büyük kenti konumuna gelir. Şehirde üretilen ''Antakya Kumaşı'' zamanında o kadar ünlenir ki İngiltere'de III. Henri'nin (1216-72) kullandığı saraylarda ''Antakya Odaları'' olduğu söylenir.  

Bölgenin tarihi dokusu, özellikleri, eşsiz mutfağı ve zenginliğinin bir işareti olan mozaikleri konusunda çok daha uzun şeyler anlatılabilir. Ama bu yazının asıl konusu yakın tarih. Yani filmde de geçen dönemler, Hatay'ın anavatana katılma dönemleri. Bunu anlatmak için yine de az da olsa biraz geriye gitmek gerekir.

1. Dünya Savaşı sonunda kimi cephelerde başarı kazansa da aslında özellikle Arap İsyanı da kaynaklı olarak Ortadoğu Cephesinde Osmanlı Ordusu geriler. Üç din için kutsal sayılan Kudüs elden çıkmış, düşman Halep Vilayetine dayanmış durumdadır. 7. Ordu Komutanı olarak Mustafa Kemal de, o dönem bu bölgede görev yapmaktadır. 26 Ekim 1918'de Halep'e taarruza geçen düşmanı durdurmuş ve Halep'in kuzeyi ile Antakya hattını tutarak Anadolu yolunu kapamıştır. Ancak 30 Ekim'de Mondros Mütarekesini imzalayan Osmanlı teslim olur. Orduda görevli Alman subayların ayrılması ile Mustafa Kemal, 31 Ekim'de Adana'da bulunan Yıldırım Orduları Komutanlığına atanır. Mütareke koşullarının belirsizliği nedeni ile İtilaf Devletlerinin İskenderun Limanını ele geçirmek için askeri harekat düzenleyeceğini ve kendisinin buna engel olmak istediğini İstanbul'a bildirir. Ancak her türlü askeri müdahaleden çekinen Başkentin artık böyle bir savunma yapmaya niyeti yoktur. Hükümet henüz yeni imzalanan mütareke sonrası İtilaf Devletleri ile arasını bozmak istemez, ülkenin yer yer işgal edilmesi pahasına orduları terhis etmek yönünde karar alır. Mustafa Kemal'in başında bulunduğu Yıldırım Orduları lağvedilirken kendisi de İstanbul'a çağrılır. Mustafa Kemal'in kendi askerlik hayatı içinde hiçbir zaman kabullenemeyeceği bir  karardır bu ve tarihin garip bir cilvesidir ki 10 Kasım 1918 günü Adana'dan İstanbul'a doğru hareket eder. Ancak herhangi bir savuma yapmadan işgalci kuvvetlere sunulan bu bölgeyi hiç bir zaman unutmayacak ve aradan ne kadar zaman geçerse geçsin buranın kurtuluşunu kendi şahsi meselesi yapacaktır!

İşgale karşı savunmada yerel örgütlenmeler de önemlidir ve yurdun bir çok yerinde direnişler başlar. Bunlardan birisi de o dönem Halep Vilayetine bağlı bir sancak konumunda olan İskenderun'da olur. Direniş örgütlenmesinde önemli rol oynayanlardan birisi de bölgede yer alan Reyhanlı kökenli Tayfur Sökmen'dir. Sökmen'in babası da aslen bir Osmanlı bürokratı olup son olarak Halep Valiliği görevinde bulunan Mürselzâde Mustafa Şevki Paşa'dır. Zaten Tayfur Sökmen de 1918 yılında Mustafa Kemal'i ilk olarak Halep'te bulunan Baron Otelin'de görmüş ve tanışma fırsatları olmasa bile herkesten ayrı bir duruşu olan bu askeri merak ederek kim olduğunu öğrenme gereği hissetmiştir. Kader onları daha sonra ''Kurtuluş Mücadelesinde'' bir araya getirecek ve hatta Tayfur Beye soyadı olan "Sökmen" bizzat Atatürk tarafından verilecektir. 

Hikayenin bilinen kısmında Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkarak örgütlediği mücadele, 1921 yılına gelindiğinde Yunan Orduları karşısında Sakarya Zaferini de kazanmış ve artık Türklerin Anadolu'dan atılamayacağını herkese göstermiştir. Fransızlar da ele geçirdikleri bölgelerden bir kısmını korumak adına TBMM Hükümeti ile Ekim 1921'de Ankara Antlaşmasını imzalar. Buna göre Anadolu'da işgal edilen bazı bölgelerden çekilirken, Suriye bölgesi ve  bir limana sahip olması nedeni ile stratejik konumda olan İskenderun Sancağını bırakmazlar. Ancak Ankara Hükümeti en azından antlaşmada İskenderun bölgesi için ayrı bir yönetim olması gerektiğini, buradaki Türk varlığının ve  kültürünün korunması için her türlü kolaylığın sağlanacağını ve ayrıca bu bölgede Türkçe'nin resmi dil olarak kabul edileceğini Antlaşma metnine ekletmeyi başarır (Ankara Antlaşması Madde 7). 

İskenderun Sancağında bağımsızlık mücadelesi verenler için çok da iyi bir haber değildir bu. Onlar yaşadıkları yerin Misak-Milli sınırları içerisinde kaldığına inanarak Anavatan ile beraber olma arzusundadırlar.  Ancak bu  arzularını bir süre bekletmek durumunda kalırlar. 1923 yılında savaş bitip nihai barış anlaşması esnasında yeniden bu arzuları canlanır. Hatta, Mart 1923'te Atatürk'ün Adana ziyareti esnasında oraya gelen ve kendilerinin de Anavatana dahil ettirilmesini isteyen Antakyalılara ''Kırk asırlık Türk Yurdu düşman elinde esir kalamaz'' diyerek bu konudaki görüşünü de açıklar. Ancak ne var ki, Lozan Görüşmeleri sonunda Anavatan için bir çok başarı kazanılmış olmasına karşın İskenderun Sancağının statüsü konusunda Ankara Antlaşmasının geçerli olduğu hükmüne varılır ve bölgenin kurtuluşu en azından o dönem için artık mümkün olmaz.

Yörenin insanı ve özellikle de Tayfur Sökmen bağımsızlık mücadelesinde ne kadar uğraştı ise de sonuca ulaşamamıştır. Ancak yaptığı bu çalışmalar ile Anavatan da saygınlık kazanırken Fransızlar nezdinde de bir suçlu olarak nitelenir ve gıyabında idam cezasına çarptırılır. Görüldüğü yerde ilave bir mahkemeye gerek kalmaksızın vurulacaktır. Dolayısı ile artık bu bölgede yaşamasına imkan kalmaz ve Anavatan'a dönerek yurdunun bağımsızlığı için çalışmalarına Türkiye'de devam eder.

Atatürk, kendisi açısından şahsi bir mesele olan İskenderun Sancağının bağımsızlığı için uluslararası konjonktürün olgunlaşmasını beklemektedir. Bunun ilk adımı 1920 yılında kurulmuş olan Milletler Cemiyetine Türkiye'nin 1932 yılında üye olmasıdır. Böylece Türkiye, kendisi ile ilgili meselelerde büyük devletler ile doğrudan görüşmenin yanında uluslararası bir zeminde de taraftar bulma imkanına kavuşmuş olacaktır.

Tarihler 1936 yılını gösterdiğinde uluslararası siyasi ortam, Avrupa'da yükselen savaş ihtimaline karşı Türkiye'nin lehine işler. Atatürk öncelikle Boğazlar konusunu çözmek için uygun zamanın oluştuğuna kanaat getirir ve bu çerçevede Montreux Konferansında (22 Haziran - 20 Temmuz 1936) konu ele alınır ve Boğazları yeniden tahkim hakkımız elde edilir. O dönem Boğazların kontrolü ile beraber tüm uluslararası sorunların çözüldüğünü düşünenler vardır ve bunlardan birisi de Afet İnan'dır. Atatürk ise 20 Temmuz 1936'da kendisi ile görüşmesinde ''Şimdi Antakya, İskenderun, yani Sancak meselemiz var'' diyerek halen yapılacak işlerin olduğunu belirtir. 

Aslında Atatürk daha öncesinden bu konudaki hazırlıklara, detayları çevresi ile paylaşmasa da başlamıştır. 

1935 yılında yapılan milletvekilliği seçimlerinde Tayfur Bey'in Antalya'dan Bağımsız milletvekili olması için başvuru yapması haberini gönderir. Tayfur Bey'in Adana, Antep ve hatta İstanbul ile bağlantısı olmasına karşın Antalya ile hiç bir ilişkisi yoktur aslında. Ve üstelik neden CHP'ye bağlı değil de bağımsız bir aday olmasının istendiğine hiçbir anlam veremez. Seçimler yapılır ve Şubat 1935'de Tayfur Bey Antalya Bağımsız milletvekili olarak seçilir. Şükranlarını sunmak için Dolmabahçe'de Ata'yı ziyarete gittiğinde ise henüz bir ay evvel yürürlüğe giren yeni kanununa göre Atatürk ''Soyadı kanunu dolayısıyla sökücü bir kimse olduğun için, Mürselzade yerine size Sökmen soyadını muvafık görerek veriyorum, yadigârım olsun.'' diyerek kendisine yeni soyadını verir. 

Sökmen, milletvekili seçildikten sonra TBMM'de yapılan bir toplantıya, bunun bir parti içi toplantı olduğu, kendisinin bağımsız milletvekili olması nedeni ile bu toplantıya katılamayacağını bildirmelerinden sonra istifa etmeye karar verir. Durumu öğrenen Atatürk kendisine ''Üzülmeyin Sökmen, Sancak davasında daha yakından çalışabilmeniz için müstakil saylav (bağımsız milletvekili) seçildiniz. Vakti gelince sebebini anlarsınız, sabırlı olun, mesainize devam ediniz'' der. 

Sökmen, o zaman dahi bu gereksinimi tam olarak anlayamaz. Mücadelenin ileri aşamalarında, 1936 yılında Adana Dörtyol'da yapmış olduğu faaliyetlerin Sancak'ta kargaşa çıkardığı gerekçesi ile kendisinden rahatsızlık duyan Fransız Elçisinin Atatürk'e şikayeti sonrasında Atatürk, Elçiye; 

''O mebusumuz müstakildir. Anayasamız, müstakil mebuslara istediği yerde istediği şekilde konuşma hakkı vermektedir. Bu itibarla o mebusa müdahale edemeyiz” cevabını verir. Tayfur Sökmen ve diğerleri ancak bu olay sonrasında neden bağımsız milletvekili seçildiğini anlayacak ve Atatürk'ün ileri görüşlülüğünü kendi anılarında hayranlıkla anlatacaktır. Hiç ilgisinin olmadığını düşündüğü Antalya'nın nedeni ise Antakya ile arasında sadece bir harf kadar farkın olmasıdır!

1.Dünya Savaşı sonrası Suriye Bölgesi Fransızlarda, Irak Bölgesi ise İngilizlerde kalmıştır. Yaklaşan yeni savaş dönemine kadar bu bölgelerdeki Büyük devletler, hem yörede ki isyanlar hem de kendi aralarındaki rekabet ile uğraşmak durumunda kalmışlardır. Fransa, Suriye tarafını en azından güven altına almak amacı ile bir anlaşma zemini oluşturmaya çalışır. Bu çerçevede 9 Eylül 1936'da Paris'te bir anlaşma imzalanarak, Suriye'ye bağımsızlık taahhüdünde bulunulur. Buna göre Kasım ayında Suriye'de seçimler yapılacak ve anlaşma her iki ülke meclislerinde onaylanarak yürürlüğe girecektir. Bu anlaşmada İskenderun Sancağını ilgilendiren ayrıca bir madde bulunmamakla beraber antlaşmaya göre Fransız Hükümetinin daha evvel Suriye ile ilgili olarak diğer devletlerle imzaladığı bütün antlaşma ve milletler arası taahhütlerden doğan haklar Suriye Hükümeti'ne devredilmektedir. Paris'ten dönen Suriye Heyeti 23-24 Eylül tarihlerinde İstanbul'da iki gün geçirerek Türk Hükümeti ve basını ile temasta olurlar. Bu süre zarfınca İskenderun Sancağının geleceği konusundaki sorulara ise net cevaplar vermekten kaçınırlar. Muhtemelen hedefleri bir oldu bitti sonrasında Sancak'ın kendilerinde kalmasıdır.

Suriye'de düzenlenecek seçimler için nasıl bir tepki verileceği konusunda Türk Hükümeti karar vermek durumundadır. Sancakta yaşayan Türklerin seçimlere katılması gerektiğini düşünen Başvekil İsmet İnönü'nün tersine Tayfur Sökmen bu seçimlere katılınmaması gerektiğini, Fransızların seçimi Türklerin kazanmasına asla müsaade etmeyeceklerini, meclise girecek 3-5 mebusa da söz hakkı verilmeyeceğini belirtir. Hükümet Kadrosu ile yapılan bu toplantıdan Türklerin seçimi boykot etmesi kararı çıkar. 

O dönemde Fransız Yönetiminin yapmış olduğu nüfus sayımına göre Sancakta yaşayan toplam nüfus 220 bin kadardır. Bunun 85 binini Türkler, 62 bini Aleviler, 25 bini Sunni Araplar, 22 bini Ermeniler,  18 bini Ermeniler haricindeki diğer Hristiyanlar (Rum ve Araplar) oluşturur. Ayrıca 5 bin kadar Kürt, bin kadar Çerkez ve 500 kadar da Yahudi cemaati vardır. 

Görüldüğü üzere Türkler bölgede en büyük nüfusu oluşturmalarına karşın (%39) çoğunluk olarak görünmemektedir. Oysa Atatürk'ün henüz 1923 yılında Lozan Konferansının arifesinde söylediği bölgenin 40 asırlık Türk Yurdu olduğu görüşünün bir nedeni vardır.

Atatürk'ün, Türk Tarih Tezine göre yaklaşık 4 bin yıl önce Orta Asya'da Çin'in Kuzeyinde bulunan Hitay Türkleri bu bölgeye göç etmiş ve burada (Hitit) Eti Türkleri olarak varlıklarına devam etmişlerdir. İşte Alevi inancına sahip kişilerin bu Eti Türklerinin soyundan gelen kişiler olduğu görüşünü savunur. Bu nedenle de aslında bölgedeki çoğunluğun (%67 ile) Türklerin oluşturduğuna inanılmakta ve savunulmaktadır.  2000'li yıllarda bu bölgede bulunan ve tarihi 3500 yıl öncesine dayanan insan iskeletlerinin, o dönemki Orta Asya insanı ile benzer DNA yapısına sahip olması, günümüzde bu görüşü destekleyen bulgulardan birisi olarak nitelenir. 

Türklerin yapılacak seçimi boykot kararı Alevi, Ermeni ve Çerkez gruplarını da etkiler ve seçimlere iştirakin bu gruplar arasında da az olmasına neden olur. Türkiye'de çıkan haberlere göre de Fransızlar seçimlere katılım oranını artırmak adına Halep Bölgesinden güvenlik kuvveti getirerek halkı zorla sandığa götürmeye çalışır. Buna karşın yine de katılım oranı -Türk yetkilere göre - % 10 seviyesinde kalır.  

Türk Hükümeti ise olan bitene kayıtsız kalmayacak ve Fransızların yaklaşımını desteklemeyecektir. Hükümete göre İskenderun Sancağı ''Ayrı Bir Varlık'' olması nedeni ile Fransızların, Suriye ile yaptığı gibi aynı şekilde Sancakla da bir anlaşma yapması  ve bağımsızlığını tanıması gereklidir. Ancak bu hemen kabul ettirilecek bir durum olmayacak ve hem anavatanın hem de Sancakta Tayfur Sökmen ve arkadaşlarının bunun için yoğun uğraşısı gerekecektir.

1 Kasım 1936'da TBMM'nin yeni yasama döneminin açılışı vardır ve Atatürk açılış konuşmasında, İskenderun Sancağının geleceği konusuna ciddiyetle durulacağını belirten bir konuşma yapar. Ardından Tayfur Sökmen ile görüşerek bölgenin adının bundan sonra Hatay olarak anılacağını ve Bağımsızlık için mücadele veren cemiyetin adının da ''Hatay Egemenlik Cemiyeti'' olarak değiştirilmesini söyler.  

Kasım 1936 tarihinde Suriye'de 2 aşamalı olarak seçimler yapılır. İskenderun Sancağında seçimlere boykot kararına genel olarak uyulsa da özellikle toprak sahibi elit kesim Suriye Hükümeti ile ilişkileri iyi tutmak adına bu seçimlere katılırlar. Hatta Sancaktan Meclise girme hakkını elde eden Mehmet Adalı, Suriye Meclisinin ilk toplantısında en yaşlı üye sıfatı ile Meclise başkanlık da yapar. Tarihin garip cilvesidir ki,  iki sene sonra Antakya'da kendisine ait olan Cine Empire adlı sinema salonunda (adını daha sonra şehre gelen Türk Askeri komutanına atfen Gündüz Sineması yapılan binada) açılacak olan Hatay Meclisinde de Mehmet Adalı mebus olarak seçilecek ve yine en yaşlı üye sıfatı ile başkanlık yapacaktır !

Atatürk, Hatay meselesindeki ciddiyetini ve bunun toplumca da sahiplenilen bir duygu olduğunu Fransızlara her şekilde göstermek istemektedir. Buna örnek ise bu dönemlerde Fransız Elçisi ile bir akşam yemeği programı varken manevi kızı Sabiha Gökçen'i çağırarak, elçi ile olan yemekte üniforması ve silahı ile gelmesini ve kendisine sadece Onun anlayacağı işareti verdiği anda havaya ateş etmesini ister. Daha sonra Fransız Elçi ile yemekte önce kendisi Hatay meselesi ile ilgili bir konuşma yapar ve sonrasında Sabiha Gökçen'in devreye girmesini isteyen işaretini yapar. O da ayağa kalkarak Fransa'nın diplomasi yolu ile Türkiye'yi oyaladığını, Türk gençliğinin tahammülünün kalmadığını ve Hatay için gerekirse canlarını vereceklerini belirten bir konuşma yaparak havaya üç el ateş eder. Fransız Elçinin hayretler içerisinde kaldığı bu anda Atatürk güvenlik kuvvetlerinin çağırılmasını ve manevi kızı da olsa gereğinin yapılmasını ister. Sabiha Gökçen bir gün nezarette tutulur ancak Fransız elçisi de Hatay meselesinin Türkler için ne derece önemli olduğuna ilişkin mesajı almış olur! 

Suriye de seçimler sonrası Aralık ayı içerisinde Mehmet Adalı ve Suphi Bereket gibi İskenderun Türklerini de temsil eden mebusların bulunduğu meclis Şam'da toplanır ve Fransa ile yapılmış olan anlaşmayı onaylar. 

Bu dönemde Milletler Cemiyeti de bir heyet göndermeye karar vermiş ve heyet 31 Aralık 1936'da Sancak'a ulaşmıştır. Türk Hükümeti, gelen heyeti etkilemek amacı ile Sancakta büyük gösteriler yapılması için çalışmalar yaparken,  Atatürk de tek çözümün diplomasi olmadığını göstermek istercesine Ocak 1937'de Konya'da bulunan askeri birlikleri denetlemek üzere trenle İstanbul'dan yola çıkar. 

Tüm bunlar olurken Suriye ile Fransa arasında yapılan antlaşmayı Suriye Meclisi onaylamış olmasına karşın Fransa tarafında bu onay halen gerçekleşmez. Suriye'de oluşan muhalefet neticesinde dönemin Suriye Başbakanı (Cemil Mardam) Şubat 1937'de Paris'e giderek görüşmelerde bulunur ancak Nisan ayına kadar devam eden bu görüşmelerden somut bir sonuç elde edemez. Suriye tarafının İskenderun Sancağı konusundaki uzlaşmaz tutumu kendilerine pahalıya mal olacak ve bağımsızlık için yaklaşık bir 10 yıl kadar daha, 2. Dünya Savaşı sonrasını beklemeleri gerekecektir!

27 Ocak 1937 tarihinde bu defa Milletler Cemiyeti Sancakta ''Ayrı Bir Varlık'' kurulmasına ilişkin kararı kabul eder. Bu, Türk tarafı için nihai zafer olmasa da süreç içerisinde çok önemli bir adımdır!

Bu süre içerisinde Türk Hükümetinin çalışmaları da devam etmiş ve Şeyh Maruf Cilli gibi bazı Alevi ileri gelenleri Türkiye yanlısı tavır takınmış, bu durum Suriye yanlılarını kızdırarak bölgede yer yer çatışmalara neden olmuştur. 

29 Mayıs 1937'ye gelindiğinde ise Türkiye bir başka diplomatik zafer daha kazanacak ve Fransa ile bir antlaşma imzalanarak Sancak'ın ''Ayrı Bir Varlık'' statüsü ve ayrı bir anayasasının olacağını  karara bağlayacaktır. 

Tüm bu gelişmeler Sancakda, Türkiye yanlıları ile Suriye yanlıları arasındaki tansiyonu giderek yükseltir. Ağustos 1937'ye gelindiğinde Türkiye Sancak'taki durumu daha iyi izlemek adına Antakya'da konsolosluk açar. 

Artık ''Ayrı Bir Varlık'' statüsünde olması nedeni ile,  Ekim 1937'de Milletler Cemiyetinin atamış olduğu Seçim Komisyonu göreve başlar. Komisyonun öncelikli görevi ise her kimliğe ait seçmen sayısını belirlemek adına seçmen kayıtlarının yapılmasıdır. Bu çalışmada Türkiye, seçmenlerin belge sunmaksızın kendilerinin beyan ettikleri kimliğe göre kayıtlarının  yapılmasını ister. Buradaki hedef ise özellikle Alevi kökenlilerin Türk grubuna kayıtlarının yapılmasının sağlanmasıdır. Artık 1938 yılına gelinmiş ve dünyayı yeniden savaş tehlikesi sarmaktadır. Böyle bir ortamda Fransa da Türkiye'yi karşısına almak istemez. Ve Türkiye'nin tezi kabul edilir. 

Varılan anlaşmaya göre 40 sandalyeli olacak mecliste grupların en az alacağı vekil sayısı belirlenir. Buna göre Türk cemaati en az 8, Alevi cemaati 6, Arap cemaati 2, Ermeni Cemaati 2 ve Rum Ortodoks Cemaati 1 vekil olmak üzere 40 vekilin 19 unun hangi cemaate ait olacağı belirlenmiştir. Kalan 21 mebus ise seçmen kayıtları sonrasında oluşacak orana göre belirlenecektir.

Türkiye bu çalışmaları da yakından izleyerek durumun Türk Cemaati lehine çıkmasına çalışmış ve hatta seçim düzenlemesine göre oy kullanma hakkı olan ve o dönem Türkiye'de yaşayan kişilerin yeniden Sancaka dönerek seçmen yazılması için çalışma başlatır. Buna yönelik ilk kafile 10 Aralık 1937'de İskenderun'a gelir. Bu şekilde yaklaşık 3 bin kişinin Sancaka gittiği ve seçmenlerin kayıt tercihlerini Türk cemaati lehine kullanmaları için çalıştıkları tahmin edilmektedir. Bu gidenler arasında o dönemde Türkiye'de memuriyet görevinde bulunanlar da yer almakta ve yapılan düzenleme ile bu kişilerin iki yıl boyunca izinli sayılacakları, bu süre zarfında maaş almaya devam edecekleri ve ayrıca Sancakta bulundukları sürenin terfi almak için göz önünde bulundurulacağı da karara bağlanır. 

Bu süreç içerisinde Türkiye ile Fransa da bir taraftan düzenlenecek seçim ve oluşacak meclis için görüşmelere devam eder. 10 Mart 1938'de de her iki ülke, oluşacak mecliste çoğunluğu sağlayacak şekilde 22 vekilin Türk cemaatine verilmesi konusunda anlaşırlar. 

Ancak MC'ye bağlı seçim komisyonunun kayıtları Fransızlar ile yapılan bu anlaşmayı destekleyecek şekilde ilerlememekte, Mayıs 1938'e gelindiğinde yapılan kayıtlara göre Türk cemaat oranı ancak % 48'e ulaşmaktadır.

Atatürk bir kez daha mesaj vermek adına, o dönem rahatsızlığı da iyice belirginleşmesine karşın 19 Mayıs 1938'de Mersin'e askerleri birlikleri denetlemek üzere hareket eder.  Ertesi gün ilerleyen hastalığı nedeni ile halsiz olmasına karşın geçit töreni yapılmasını ister. Tören boyunca yanındakiler çektiği ızdırabı görür ve ayakta dururken kendilerinden fiziki destek almasını isterler. O ise herhangi bir zaafiyet göstergesi olmaması için bunu reddeder. Hatay Davasına destek için katlandığı bu durum yakın çevresinin belirttiğine göre hastalığını daha da hızlandıracak ve ölümünü de erkene alacaktır!

Bu gelişmeler üzerine Fransız Dışişleri Bakanlığı Sancakta bulunan komiserliğe telgraf göndererek Türk çoğunluğun sağlanabilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını ister. Bunun üzerine Komiserlikte görev değişikliği olur ve yeni gelen komiser de hem tansiyonu düşürmek hem de Türk tezlerinin uygulamasında destek olması adına, daha sonrasında Hatay Devletinde Başvekillik görevi yapacak ve Hatay'ın anavatana katılımından sonra da Gaziantep Mebusluğu görevini yerine getirecek olan Abdurrahman Melek'i Sancak Valiliğine tayin eder.

Ancak tüm bu tedbirlere rağmen Türk Cemaati oranının %50'nin altında kalıyor olması nedeni ile Türk tarafı bu durumu Milletler Cemiyeti Komisyonunun çıkardığı zorluklardan kaynaklandığını belirtir ve durumun bu şekilde devam edemeyeceğini ileri sürer. Yükselen tansiyon sonrasında 21 Haziran 1938 günü çıkan olaylar nedeni ile MC komisyonu görev yapamayacağını belirterek çalışmasını durdurur.

Türk tarafının da aslında beklediği budur. Güvenliğin sağlanabilmesi amacı ile Fransız tarafı ile 2.500 Türk askerinin Sancaka girmesi konusunda anlaşılır. Bu esnada bir taraftan da Suriye yanlısı örgüt (UEB) kapatılarak lideri (Zeki Arsuzi) tutuklanır. 5 Temmuz'da İskenderun'a, 7 Temmuz'da da Antakya'ya giren Türk Ordusu her şeyin artık iyice değiştiğini gösteren başka bir gelişme olur. Türkiye yanlıları  Hatay'ın geleceği konusunda artık bir adım daha öne geçmişlerdir!

Türk Ordusunun sağladığı ortamda seçmen kayıtları yeniden başlayarak 1 Ağustos'ta tamamlanır. Buna göre Türk Cemaati %63'e ulaşarak meclisteki 22 milletvekili garantilenir. Bunun yanında Alevi Cemaati de %20 gibi bir oran ile 9 milletvekili alacaktır. Ermeni Cemaati 5, Rum-Ortadoks Cemaati ile Arap Cemaatleri ise 2'şer milletvekili ancak çıkarabileceklerdir.   

Henüz nihai sonuca ulaşılmamış ve Türk Hükümeti için halen halledilmesi gereken konular vardır. 

10 Ağustos 1938'de Türkiye'den Hatay davasını bizzat takip ile görevli kişilerden Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer, Dörtyola'a gelerek seçilecek milletvekillikleri ve oluşacak yeni yönetimde kimler olacağı ile ilgili görüşmeler yapar. Buna göre devlet başkanı, başbakan ve bakanlar meclis dışından seçilecek ve böylece mecliste Türk tarafının sayısal üstünlüğü korunacaktır. Ayrıca Atatürk tarafından Devlet Başkanı olması istenen Tayfur Sökmen'e durum iletilir. Tayfur Sökmen bu görev için yeterli devlet yönetim tecrübesinin olmadığını, Atatürk'e mahcup olmayı istemediğini belirterek görevi kabul etmek istemese de,  Atatürk'ün bu konuda ısrarlı olduğu belirtilince kabul eder. Başbakanlık ise halen Fransızların Vali olarak görevlendirdiği Abdurrahman Melek tarafından yerine getirilecektir. Melek'e verilen bir başka görev de, meclise, Türk Cemaati haricinde girecek diğer cemaat mensuplarının da Türkiye'ye muhalif olmayan kişilerden seçilmesinin sağlanmasıdır.

Milletvekili seçimine katılacak kişilerin 20 Ağustos'a kadar başvuru yapması gerekmektedir. Bu tarih geldiğinde cemaatlere göre seçilecek mebus sayısı ile başvuru sayısının aynı olması nedeni ile komisyonun aday incelemesinden sonra, başvuru yapanların hepsi mebus sayılır. Oluşan meclisin 2 Eylül 1938 tarihinde ilk oturumunu yapmasına karar verilir.

Türkiye tarafından Devlet Başkanı olarak belirlenen Tayfur Sökmen de 25 Ağustos 1938  tarihinde yıllarca bağımsızlık mücadelesi verdiği ve bu nedenle bir dönem idama da mahkum edildiği için giremediği Sancak'a gelir.  

2 Eylül 1938'de Hatay Meclisi Atatürk'ün bizzat çizdiği bayrağını (Türk Bayrağı ile farkının sadece yıldızın içinin al olmasıdır)  İstiklal Marşını da okuyarak göndere çeker. Belirlendiği gibi Tayfur Sökmen -aslında halen de TBMM'de Antalya Mebusu olmasına karşın- oybirliği ile Devlet Başkanı seçilir ve kendisine tebliğ için Turizm Oteline gidilir. Meclise gelen Sökmen konuşmasını yaptıktan sonra Başbakan olarak Melek'i atar ve sonrasında 4 kişiden oluşan Bakanlar  Kurulu belirlenir. 

Daha sonrasında Anavatana bağlanmak, kurum ve kanunları uyumlandırmak adına bir çok çalışma yapılır. Örneğin tedavüldeki Suriye Lirası kaldırılır ve yerine Türk lirası kullanımına geçilir. Halkın elindeki paranın değişimi için günümüzde de halen bir ilçede bulunan tek Merkez Bankası Şubesi konumunda olan TC Merkez Bankası İskenderun Şubesi açılır. Halkın yabancı bankalara olan bağımlılığının azaltılması için İş Bankası Şubesi de yine bu dönemde açılır. En büyük adımlardan birisi de Hatay ile Suriye arasına gümrük kapısı koyma girişimidir. Hataylı yerel tüccarlar buna itiraz etse ve Fransız tarafı da bunun aleyhinde tavır alsa da Tayfur Sökmen bunun, Suriye ile bağları koparmak adına çok isabetli olacağı görüşündedir ve Türk Hükümetinin Gümrük İdari personel desteği ve Türkiye ile Hatay'ın yapacağı ticarette gümrükleri nerede ise sıfırlaması ile Hatay'ın ticaret yönü anavatana kayar. Daha bir çok alanda yapılan düzenlemeler devam ederken 10 Kasım'da Atatürk'ün vefat haberi gelir. Hataylılar üzgündür ancak ana gayelerinden vazgeçmezler. Sonrasında İnönü Hükümeti ile de süreç devam ettirilir.

Tarihler 29 Haziran 1939'u gösterdiğinde, yani Saint Pierre Kilisesinde ki tören gününde meclis olağanüstü toplanır. 38 milletvekilinin imzaladığı önerge ile Hatay Devletinin Anavatana bağlanması teklif edilir. Alkışlar arasında kabul edilen teklif sonrası meclis kendisini feshetmiş olur. Meclis önünde düzenlenen tören ile Hatay Bayrağı indirilerek yerine Türk Bayrağı çekilir. Kararın TBMM'de onaylanmasından sonra 20 yılı aşan mücadele nihayet sona ermiş ve Hatay hukuken anavatana bağlanmıştır.

Ancak o zamana kadar Türkiye ile beraber Fransa'nın da söz hakkının olduğu bölgede halen Fransız askerleri yer almaktadır. Bu konuda da Fransız ve Türk Hükümetleri anlaşır.

Tarihte 23 Temmuz 1815 günü Napoleon, nice zaferlerin peşinden aldığı mağlubiyet sonrası bir gemiye bindirilerek sürgüne gideceği Saint Helena adasına doğru yola çıkarken, kendisinden tam 124 yıl sonra aynı gün ''Grande Armée'nin'' torunları da kamyonlara binerek Saint Pierre Kilise'nin bulunduğu kente veda eder ve yedi yıl daha kalacakları Halep'e doğru yola çıkarlar. 

Hatay artık fiilen de özgürdür!

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Notlar:

Not 1: Tayfur Sökmen, milletvekilliği görevine 1950 yılına kadar Antalya'yı, o yıl yapılan seçimlerde de Hatay'ı temsil ederek TBMM çatısı altında çalışmalarına devam eder. 3 Mart 1980 tarihinde İstanbul'da vefat eden Tayfur Sökmen'in naaşı, bu tarihteki hava muhalefeti nedeni ile İstanbul'da kalır ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilir.   

Antakya'da bulunan üniversiteye Hatay mücadelesinin iki ana kahramanına atfen üniversitenin ismi Mustafa Kemal, yerleşkenin ismi ise Tayfur Sökmen olarak konur ve halen üniversitenin girişinde bu iki isim beraber anılır.

Not 2: Hatay Devleti sınırları ile günümüz Hatay ilinin sınırları farklıdır. Hatay'ın anavatana katılması sonrasında o dönem mevcutta Türkiye'ye bağlı olan Dörtyol, Erzin, Payas ve Hassa bölgeleri Hatay vilayetine bağlanmıştır. Böylelikle Hatay Devleti'nin 4700 km2 olan yüzölçümü, Hatay Vilayeti oluşunca 5600 km2 ye çıkmıştır.

Not 3 : Bölgede yaşayan Aleviler için kimi kaynaklar Arap Alevisi tanımını kullanılmak ile beraber Hatay'ın anavatana katılım sürecinde Türk Hükümetinin tezi de göz önüne alınarak, yazıda etnik kimlik tanımlaması yapılmaksızın sadece inanç kimliğine yer verilmiştir. 

Not 4 : Asrın felaketi olarak nitelenen 6 Şubat 2023'te yaşanan deprem sonrası kent nerede ise tamamı ile yıkılmıştır. Bölge insanı bir asır önce verdiği kurtuluş mücadelesi sonrasında bugün de yaşam mücadelesi vermektedir. Durumu yerinde görmenin tasvirini hiç bir sözün yapamayacağı için bu yazı sadece ilk mücadelenin anlatımı ile sınırlı kalmıştır. 

(Bu yazı esnasında genellikle Craig Wedren'den ''Looked Up to You'' isimli parçayı dinledim)





 

Yorumlar

  1. Evet derli toplu, tarihe ışık tutan, faydalı bir yazı olmuş. Bekirciğim kalemine sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokular

Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam- 2. Bölüm (2. Yazı)

Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi 1. Bölüm ( 3. Yazı)