Beşiktaş'ta Yarım Asır - Süleyman Seba

Bir Galatasaray'lı olarak Beşiktaş başkanlığı yapmış birisinin üzerine yazmam garip gelebilir. Ya da kökenlerimizde ortak bir nokta (Çerkezlik) olması nedeni ile kimi için normaldir. Ama beni yazmaya iten duygu, belki yakın arkadaşlarım arasında çok sayıda Siyah Beyaza gönül verenin olması belki de bir çok kişinin O'nu halen hatırlamasına neden olan yönettiği takıma yaşattığı sportif başarıların yanında düzgün kişiliği... Ki böyle kişilerin genelde oldukları dönemde değil de, sonrasında daha da farklı anlaşılır değerleri. Tıpkı O'nun örneğindeki gibi.  

Süleyman Seba'nın aile büyükleri Osmanlı Rus Savaşı sonrası Anadolu'ya göç eden çerkez gruplarından birisidir. Yurdun dört bir yanına yayılan çerkezlerden, içerisinde Seba ailesinin de bulunduğu 76 sülale, Sakarya'nın Hendek ilçesine yerleşen grupta yer alır. Seba'nın babası olan Rıza Bey de 2. kuşak arasında sivrilmiş ve Galatasaray Sultanisi'ni bitirmiştir. Kısa bir memurluk hayatından sonra doğup büyüdüğü topraklara, Sakarya'ya dönmeyi tercih eder. Ancak ailede İstanbul'da kalmaya devam edenler olacaktır. Bunlardan birisi de Rıza Bey'in kızkardeşi olan Fatma Ferisan Hanımdır. Hatta Seba'nın halası olan bu hanım Osmanlı Sarayında V. Murad'ın oğlu Şehzade Süleyman ile evlendirilmiş, bu evliliklerinden çocukları olmayınca boşanmışlar, sonrasında halası İstanbul'da yaşamaya devam etmiştir.  

Rıza Bey çerkez geleneklerine bağlı, aldığı eğitim ile Hendek'te 500 dönümü bulan arazileri içerisinde modern üretim tekniklerini de devreye sokarak takdirle izlenen bir tüccar olur. Giyimindeki özen ve kalkık bıyıkları ile daha sonra Seba'nın da tarzına yansıyacak olan İstanbul Beyefendisi görünümündedir.  

Süleyman Seba böyle bir aile ve ortamda 5 Nisan 1926 da dünyaya gelir. Adını da muhtemelen şehzade olan eniştelerine atfen Süleyman koyar ailesi. Çocukluğu boyunca görece sakin huylu ve az konuşan birisidir. Ancak 1932 yılında iri bir çoban köpeği kolunu ısırır. Doktor yaptığı muayene sonrasında ne olur ne olmaz diyerek tedavi için İstanbul'a gidilmesi gerektiğini söyler. İşte bundan sonra bir çocuğun kaderi değişirken; İstanbul'da da bir klübün unutulmazları arasına gireceği süreç de başlayacaktır.

Tedavi döneminde konaklamak için Bebek'te yaşayan halalarında kalırlar. Tüm bu zaman boyunca Süleyman'nın evde olmasından yalnız yaşayan halası son derece hoşnuttur. Tedavi biteceği zaman Fatma Hanım babası Rıza Bey'e o kader sorusunu sorar.

''Süleyman'ı köyde mi okutacaksın ?''

Aslinda babası da oğlunun iyi bir eğitim almasını istemektedir. Ve Süleyman'ın halasının yanında İstanbul'da okula başlamasına izin verir.  

Okul dönemi geldiğinde halası, Süleyman'nın Beşiktaş sevgisinin de yeşereceği Akaretlere taşınarak orada bulunan bir ilkokula yazdırır. Güzel geçen bu okul döneminin belki de tek hüzünlü anı Atatürk'ün vefat ettiği 10 Kasım günü yaşanır. Dolmabahçe Sarayına en yakın okul onlarınkidir ve Ata'nın naaşını görmek için Saraya giderler. O tarihten sonra da Atatürk sevgisini içinde hep taşıyacaktır.

Okul dönemi boyunca O'nda başlayan bir başka sevgi daha vardır. Kendi ifadesi ile ''fitbol'' sevgisidir bu. O zamanlar semtin boş arsalarında arkadaşları ile beraber bu oyunu oynamaktan büyük keyif alır.

İlkokul biteceği zaman artık ortaokul için karar vermek gerekecektir. Babası O'nun da kendisi gibi Galatasaray'da okumasını ister. Süleyman'ın aklı ise arkadaşlarından duyduğu Kabataş Lisesindedir. Annesi oğlunun isteğini dinlese bile, babasının dediği olacak ve Süleyman Galatasaray Lisesi'ne başlayacaktır.

O dönem Kabataş'ın hemen yanında olan bu okula başlasa da kendi deyimi ile aklı topta ve Kabataş'ta kalır. İlk yılın sonunda babasının da inadını kırarak isteğine kavuşacak, eğitimine Kabataş Lisesi'nde devam edecektir. Burada aynı zamanda Beşiktaş sevgisini de doyasıya yaşayacaktır. 

Aslında Beşiktaş Klübü ile Kabataş Lisesi arasında ki bağ o kadar kuvvetlidir ki, klübün bugün de halen geçerli olan 61. maddesine göre BJK'nın feshedilmesi durumunda bütün taşınır ve taşınmaz malları Kabataş Lisesi'ne devrolacaktır. 

Süleyman okul sonrası vaktini kimi zaman boş arazilerin olduğu Ihlamur'da kimi zamanda  bugün BJK Plazalarının bulunduğu alanda futbol oynayarak geçirir. O dönem bu alanın çevresinde 2 katlı evler vardır ve ilk aşkını da bu evlerden birisine misafirliğe gelen Nihal adında bir genç kızda bulur. O'nun da kendisinden hoşlandığını öğrenince Üsküdar'da okuduğu liseye gitmeye başlar ve sık sık buluşurlar. Bu arkadaşlıkları 8 yıl boyunca sürse de aslında karakterleri birbirlerine çok da uygun değildir. Süleyman ne kadar ağırbaşlı şekilde davranmaya alışkınsa, Nihal de içi içine sığmayan, hayatı ve dünyayı tanımaya çalışan bir genç kızdır. Birgün Nihal, o günlerde genç bir diplomat olan Haluk Özbudun ile tanışır. Sonrasında New York'a gidecek olan Haluk'un evlilik teklifini, istediği hayatı yaşayacağı umudu ile kabul ederek evlenirler. Ancak ilerleyen yıllarda boşanacaklar ve Nihal halen Süleyman'ı anacaktır hatıralarında.

Sonrasında Süleyman'ın hayatına başka kızlar da girer, hatta aralarında evlenmek istediği de olur. Ancak ailesi çerkez kökenli olmaması nedeni ile bu adayları kabul etmez. O da inatçı kişiliği ile uyumlu şekilde eğer istediği kız ile evlenemeyecek ise bir daha hiç evlenmeyeceğini belirterek bekar hayatını seçer.  

Kabataş'ta okurken bir taraftan da okul takımında oynamaya başlar. Bu maçlardan  birinde Beşiktaş'ın genç oyuncuları (Nazım Özbay ve Hasan Polat) tarafından da izlenir. Süleyman'ı çok beğenirler. Maç bitince Beşiktaş'ın bir başka efsanesi olan Hakkı Yeten ve Sadri Usoğlu'na kendisinden bahsederler. Ve Süleyman Seba'nın Beşiktaş macerası 1943 yılında şimdiki Çırağan Sarayının bahçesi olan boğaz kenarındaki Şeref Stadında başlar. 

İlk maçında sağ açık - fotvet mevkinde gösterdiği performans ile takıma seçilir. Lise bittiğinde halen genç takımda oynar. Ancak babası O'nun okul kariyerine devam etmesini istemektedir. O da babasının isteğini yerine getirmiş olmak için şimdinin Mimar Sinan Üniversitesi Fransız Filolojisi'ne kayıt yaptırsa da aklının Beşiktaş ve futbolda kalması nedeni ile üniversiteyi bitirme imkanı bulamaz.

1945 yılına gelindiğinde artık A takımı ile antremanlara çıkar ve Beşiktaş'ın tarihine geçecek anlara adını yazdırmaya başlar. Öyle ki 1947 yılında yapımı tamamlanan İnönü Stadı'nda İsveç'in AIK takımı ile yapılan maçta takımının bu stattaki ilk golünü atar. Sonrasında 1948 sezonunda da çok başarılı maçlar çıkarır. Onu seyredenler hırslı ve hızlı bir oyun şekli olmasına karşın rakiplerine hiç bir zaman kasti faul yapmadığını ve centilmen bir şekilde maçları tamamladığını belirtir. Bütün bu gelişmeler olurken aslında futbol oynamasını istemeyen babası da gizli gizli maçlara gelmeye ve oğlunu izlemeye başlamıştır.  

1949-50 sezonu ise Beşiktaş ve Süleyman Seba için başka bir maceranın başlangıcı olacaktır. 

2. Dünya Savaşı'ndan galipler arasında çıkan Amerika, Türkiye ile ilişkileri daha da geliştirmenin peşindedir. Sporun, kamuoyu oluşturmak adına iyi bir alan olması nedeni ile o sezon İstanbul Şampiyonu olan Beşiktaş'a Amerika'dan bir telgraf gelir ve turne için yeni kıtaya davet alırlar. Bu gezi aslında o dönemde öyle ulaşılmaz bir şeydir ki aynı yıl Brezilya'da düzenlenen Dünya Kupasına Futbol Milli Takımımız maddi imkansızlıklar nedeni ile katılamaz iken Beşiktaş Amerika'ya çeşitli klüpler ile oynamak için davet edilmektedir. 

Beşiktaş bu turnede o kadar başarılı maçlar çıkarır ki oynadığı 6 maçtan 5'ini kazanır 1'i ise berabere sonuçlanır. Hatta Amerika'yı Dünya Kupasında temsil edecek ''All Stars'' takımını da  5-0 gibi Amerikalıları da şaşkına uğratan bir skor ile yenerler. Amerikan milli takım kaptanı olan Walter Bahr yıllar sonra verdiği bir röportaj da, Savaştan sonra kendilerini her alanda dünyanın en iyi sporcuları olarak gördüklerini ama Beşiktaş ile yapılan mücadelede çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadıklarını, kendisinin bile o maçtan sonra futboldan soğuduğunu itiraf eder. 

Beşiktaş bu yurt dışı turnesinde ayrıca Manchester United ile oynama şansını da yakalar. Maçı 2-1 kaybetmelerine karşın iyi bir oyun çıkaran Süleyman Seba'yı İngilizler takımlarına transfer etmek isterler. O zamanlar bu konularda futbolculara fazla söz hakkı tanınmaz ve İngilizlerin ısrarına rağmen takım yöneticisi Sadri Usoğlu bu transfere izin vermeyeceğini söyler. Bu şekilde Seba da yurt dışına giden ilk futbolcumuz olma sıfatını bir yöneticinin kişisel kararı ile kaybeder. 

Durumu öğrenen Süleyman Seba, kendi fikrinin alınmamasına ve transferine izin verilmemesine çok içerler ve Sadri Usoğlu ile aralarında bir daha düzelmeyecek bir kırgınlık oluşur. Hatta o kadar ki yurda dönüşlerinde de bu kırgınlık devam edecek, bir sonraki sezon Beşiktaş ve Seba çok güzel bir sezon geçirmesine karşın sezon biterken kendi isteği ile askere gidecektir. Bu kararının onu aktif futboldan uzaklaştıracak bir dönemin başlangıcı olduğunu da bilemeden...

Ordu Milli takımı ile yaptığı maçlardan birinde rakibinden dizine bir tekme alır ve yere yığılır. Sonrasında yapılan tedaviler ve dinlenmeler işe yaramaz. Menisküs olmuştur ve artık futbol hayatı sonlanmıştır. 1954 yılında henüz 28 yaşında iken her şeyini verdiği futboldan uzaklaşmak durumunda kalır.

Sivil hayata döndüğünde ise geçimini sağlamak adına Et Balık Kurumunda memur olarak çalışmaya başlar. Bir gün çocukluk arkadaşı olan Mesut Arda O'na, istihbarat için çalışma teklifini sunar. Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusu  Süleyman Askeri Bey'den başlayarak istihbarat dünyasında çerkezlerin ayrı bir yeri olmuştur. Süleyman Seba'da arkadaşının bu teklifini kabul eder ve 1956 yılında ''Daire''de göreve başlar. 

1957 yılında ise Beşiktaş'a üye olur ve sevdiği klübe bu şekilde hizmet etmenin yollarını arar. Öncelikle arkadaşları ile beraber çevredekilerin ''İdealist Grup'' diye andıkları bir grup oluştururlar. O yıllarda pek de iyi gitmeyen takımı hal yoluna sokacak çareler aramaya başlarlar. 1963'te de ilk kez Yönetim Kuruluna seçilir. 1979 yılında ise kendisine belki de başkanlık yolunu açacak olan Genel Kaptanlık görevine gelir. Bu aynı zamanda Seba'nın uçak korkusunun da başlangıcı olan bir dönemdir. Sezonun ilk maçı için Rize'ye uçak ile gittiklerinde oluşan türbulans nedeni ile Seba tedirgin olur ve bu seyahatten sonra uçak korkusunu bir daha atamaz üzerinden. 

O yıllarda ülkenin kargaşa hali Beşiktaş'a da yansımış ve yönetim bir türlü istikrara kavuşamamıştır. Nihayet 1981'de başkan olan Mehmet Üstünkaya döneminde 66-67 sezonundan beri farklı kupalar kazansa da ligde şampiyonluğu yakalayamayan klüp, 81-82 sezonunun şampiyonu olur. Sonrasında yine şampiyonluğa uzak kalan Beşiktaş'ta 1984 yılında yeniden başkanlık seçimi yapılır ve bu sefer Süleyman Seba mevcut başkanın yerine az farkla da olsa başkan seçilmeyi başarır. Başkanlığı kazanmasında bugün BJK Plazalarının yükseldiği alanın tapusunu kendisini destekleyenlerin de yardımı ile alarak klübe bağışlamasının delegeler üzerindeki etkisi büyük olacaktır. 

Sonrası ise benim yaşımda olanların ve özellikle siyah beyazlı formaya gönül verenlerin malumu. 2000 yılına kadar devam eden 16 yıllık başkanlık dönemi boyunca sportif ve tesisleşme olarak bir çok başarılara imza atılır.

5'i lig ve 4'dü de Türkiye Kupası Şampiyonluğu olmak üzere toplamda 21 kupa kazanılır. Şampiyon olunamayan yılların ise 8'inde ligi ikinci bitirerek 4 büyükler içerisinde de fark atar Siyah Beyazlı klüp. Yani aslında 16 yılın 13'ün de ya şampiyon ya da 2.olmuşlardır. 

Bu 2.'liklerden birisi de Galatasaray'ın Ankaragücü'nü son maçta 8-0 yenerek averaj ile şampiyon olduğu ve Seba'nın da ''şerefli ikincilik '' sözünü söylediği 92-93 sezonudur. Bu dönemlerde kendi yöneticileri de dahil saha dışında dönen oyunların içerisinde Beşiktaş'ın da yer alması gerektiğini söyleyenlere O, ''Bu kapıdan içeri haram kupa giremez'' diyerek karşılık verir.

Seba'nın beyefendiliği ve duruşuna ilişkin çok örnek vardır sayılan. Ancak sahalarda nadir görülen bir başka örnekte 86-87 sezonunda yaşanır. O sezon ligi 1 puan fark ile yine 2. bitirecek olan Beşiktaş, Ankaragücü ile oynanan maçta ceza sahası içinde hakeme (Ahmet Akçay) çarpan top gol olur ve Beşiktaş bu gol ile mağlup olur. Sonrasında tüm basının hakemin üzerine gitmesine karşın, Süleyman Seba hakemi telefon ile arayarak, ''Üzülmemesini, kendisinin iyi niyetinden şüphe etmediklerini ve hakemlik mesleğine devam etmesi gerektiğini'' belirten bir görüşme gerçekleştirir. Bugünün ifade biçimlerine bakılınca ancak film sahnesinde olabilecek bir diyalog gibi gelir insana. 

2000 yılına gelindiğinde O'nun başkanlığı dönemince Fenerbahçe 8, Galatasaray ise 4 başkan değiştirmiştir. Lige yine Galatasaray'ın ambargo koyduğu bu son dönemde önceki yıllarda kendisini destekleyenler de dahil artık gitmesi gerektiğini - kimi zaman O'nun beyefendi duruşuna hiç uygun olmayan şekilde -  dile getirirler. 

Ve dünyanın yeni bir milenyuma girdiği yılın Şubat ayında, yapılan eleştirilere biraz da kırgın bir şekilde yarım asırdır hizmet ettiği, yeri geldiğinde tek varlığı olan evini de lehine ipotek ettirdiği klübün başkanlığından ayrılır. 

Sonrasında Yönetime gelenlerden bazıları, zamanında Seba'nın bin bir zorlukla kazandırdığı varlıkları yeri gelir bir likitgazın ateşi ile yakarlar.

Ancak o zaman aslında olanın kıymeti anlaşılır. 2014 yılının bir Ağustos sıcağında binlerce seveni O'nu son yolculuğuna uğurlarken, zamanında O'nun değerini tam olarak bilemeyenlerin sözleri gibidir Feyyaz'ın kendisine yazdığı son mektup.   

''Ayda, yılda bir gelirdi. Yeter de artardı bu geliş. Hepimizi karşısına alır, lafını ortaya söylerdi. 

Unutulmayacak sözler miydi yoksa onun sözleri mi unutulmazdı, anlamazdık. Sık değiştirmediği kahverengi ceketinin üst cebindeki mendili hep biz kirletirdik. Ya akan burnumuzu ya da kaçan gollerin ardında döktüğümüz gözyaşlarımızı silerdi o mendil. Çocuktuk işte… 

Ama büyük başkan bizi adam yerine koyar, o şanlı formayı ısrarla bize giydirirdi. Adalelerimiz gözüksün diye kısa tuttuğumuz şortumuzu ve malzemeci Ahmet abimizden “ne eeedecen” deyip verdiği tozlukları giyip, çivili kramponlarımızı da yandan bağladığımızda hakikaten koca adamlar gibi dururduk. Aslında bizi adam yapan o formaydı. 

“Şeyini şey yaptınız” dediğinde biz neyi kastettiğini bilirdik. Lafını kısa keser, söylediğini de unutmazdı. Belki de hiçbir şeyi unutmadığı için unutulmaz olacak Sayın Seba. Ekranı da pek sevmezdi. Ne önünü, ne de arkasını. 

Onu yazmak o kadar zor ki… niye ki bu çabam? Onu altın harflerle yazan tarihten daha iyi anlatamam ki… 

Ben, Metin-Ali’nin Feyyaz’ı, Rıza’nın ön direk takipçisi, Şifo’nun pas duvarı, Les Ferdinand’ın çapraz koşucusu, Samet abinin kibarı ben… 

Seni o aramıza giren herkesten çok seviyorum ve biliyorum ki sen de bu başına buyruk, inatçı evladını seviyorsun… 

Gitme büyük başkan sakın gitme… 

Çünkü ben sana gelemedim…''

Bilinir ki; 

O güzel insanlar, o güzel atlara binip giderler.

Kalanlar,

Tüm renkler kirlenirken, beyazı birinci seçerler.

.................................................................................................................................................................

Sayısal dipnotlar: 

Seba döneminde futbolda kazanılan başarılar ve rekorlar halen hatırlanır. Bir kıyaslama yapıldığında 16 yılın sonunda Beşiktaş toplamda 1083 puan toplamışken, peşinden gelen takım 1078 puan ile 1996 yılından sonra Türkiye ligine damgasını vuran Galatasaray'dır.  Yine bu yıllarda 4 büyükler içerisinde averajı en iyi olan takım 667 gol ile Beşiktaş olup en yakın rakibi olan Galatasaray'ın averajı ise 617 didir.

Türkiye liglerinde halen de devam eden 48 maçlık yenilmezlik rekoru yine O'nun döneminde kazanılmıştır. 1990-91 sezonunun 26. Haftasında Gençlerbirliği'ne 2-0 yenilen Beşiktaş, devamındaki sezonu namağlup şampiyon tamamladıktan sonra 1992-93 sezonun 13. haftasında Galatasaray'a mağlup olacaktır.

Yine Lig'in en farklı skoru, Beşiktaş'ın 1989-90 sezonunda Adanademirspor ile karşılaşarak 10-0 galip geldikleri  maçtır. Ali'nin 4, Metin ve Feyyaz'ın 3'er gol attıkları maç, hem bu unutulmaz 3'lünün hem de o yıl peşpeşe gelecek şampiyonlukların habercisidir. 

Bu sportif başarıların yanında takımın şimdiki çalışma yeri olan 145 dönümlük Ümraniye tesislerinin kazandırılması, Akaretler BJK Plazaları, Fulya Tesisleri, BJK Koleji, İnönü Stadının 49 yıllığına kiralanması ve tesisleşme alanında daha bir çokları yine hep O'nun zamanında gerçekleşir. 

 





Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokular

Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam- 2. Bölüm (2. Yazı)

Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi 1. Bölüm ( 3. Yazı)