1988-89 En Güzel Futbol Sezonu(muz) 2. Bölüm- Başka Türlü Birşey

Evvel zaman içinde dostlar, 

Ağaçlara ev kurardık. 

Tatlı bir düş içinde, 

Bir yere bir göğe bakardık

                                      Günebakan- Yeni Türkü

Yaklaşık 40 yıl önce bir grup öğrenci, hepimiz açısından unutulmaz anılar biriktireceğimiz okulda hazırlık sınıfında karşılaştık. Bir çok yetenekleri olduğunu düşündüğüm sınıftaki arkadaşlarımın arasında erkekler olarak genel ortak noktamız ise futbol idi. Tüm okulun belki, kendi dönemimizin ise kesin en tutkulu futbol severleri idik. Okulda bulduğumuz her boş vakti futbol oynayarak geçirir, hatta beden derslerinde erkek sayımızın azlığından dolayı bazen sınıfta futbola meraklı kız arkadaşlarımıza da takımda yer verir ve maçlar yapardık. 

Okulumuzun bahar döneminde başlayan 2 ana spor turnuvası olurdu. Bunlardan birisi basketbol, diğeri ise doğal olarak futboldu. Henüz fiziksel olarak büyüme çağını tamamlamayan öğrencilerin nispeten eşit şartlarda mücadele etmesi için turnuvalar hazırlık sınıfları, ortaokul ve lise olmak üzere 3 ayrı grupta oynanırdı. 

Belki ilk turnuva maçımız olması belki de maçta attığım 2 kafa golü nedeni ile - ki pek kafa golüm olmadı sonrasında da- hazırlık sınıfındaki ilk maçımızı D Şubesi ile oynadığımızı ve kazandığımızı hatırlıyorum. 2. maç aynı zamanda final anlamına geliyordu ve aslında bizim dönemin en yetenekli oyuncularını barındıdan C Şubesi ile  oynamıştık. Skoru hatırlayamasam da yenildiğimizi hatırlıyorum. Bizler ne kadar futbolu seversek sevelim sonraki yıllarda da C Şubesi bizim hep en büyük rakibimiz olmaya devam edecekti.

Ortaokul döneminde oynadığımız hiç bir maç kalmadı aklımda. Ama sanırım yine ne kadar ilerlersek ilerleyelim hep C Şubesi çıkardı karşımıza. 

Yine de bizlerin oyun iştahı hiçbir zaman durmadı. Öyleki okul çıkışlarında kalır, gece hava kararıncaya dek oynar, hafta sonları tekrar buluşur devam ederdik. Hatta bir defasında ortaokul yılları kış döneminde hava kirliliği nedeni ile okullar tatil edildiğinde, bizler yine futbol oynamak için okula giderek ciğerlerimizi valilikçe onaylı olmayan hava ile doldurmuştuk. O dönem farkında olmasak da hedefimiz oynarken beraberce keyif almak,  gollerin değil, güzel pasların sahibi olmaktı. 

Takımda olan arkadaşların hepsinin ayrı bir meziyeti vardı. Unutulmayan ise takımda oyun tarzı olarak benim de en iyi anlaştığım arkadaşımın oyun şekli idi. Hatta kendi stili ile attığı bir gol çeşidi vardı ki  bunu futbol sahalarında halen de görmedim. Ceza sahası önüne doğru yerden bir iki karış yüksekte gelen topa doğru koşarken birden havada hafifçe zıplayarak kendi kalesine doğru ters döner ve topuğu ile topu rakip ağlara gönderirdi. Zavallı kaleciler ise arkadaşın ne yapmak istediğini anlamaya çalışmaktan topun ağlara gidişini göremezdi.  

1988-89 sezonu bizim de liseye geçiş dönemimizdi. Hayatımızın belki de her açıdan en heyecanlı, hayata ve kendimize dair keşifler yaptığımız zamanlardı. Biz yine futbol tutkunu olarak okul sonrası hafta içi, hafta sonu demeden buluşur ve maçlar yapardık. Özellikle cuma günleri tüm enerjimizi harcadığımız ve nerede ise artık adım atamaz hale geldiğimiz zamanlarda Ankara Kızılay'da YKM önününde ki büfede bulunan masaj aletine jetonu atıp üzerine nerede ise tüm takımca çıkarak kaslarımızı biraz olsun rahatlatmaya çalıştığımız anlar, acıkan karnımızı doyurmak için Kebabistan isimli restoranda kurulan sofralar yine o zamanların akılda kalan hoş hatıraları.

O yıl 3 büyükler de taraftarlarını mutlu ediyor ve bizlere de futbola olan oyun aşkımız için motivasyon sağlıyordu. Uzun yıllardır beraber oynayan bir takım olarak da hepimiz artık birbirimizin neler yapabileceğimizi iyice öğrenmiş, bunu da oyunu ile sahada gösterir hale gelmiştik. Öyle ki hafta sonları okula sabahtan gider ve akşama kadar gelen bir çok farklı okul dışı takım ile maç yapar ve hepsini  sırası ile yenerdik. Aralarında üniversite öğrencilerinin bile olduğu bu rakipler önce bizleri fiziken yetersiz görseler de maçın sonunda hiç bir takım artık her karışını ezberlediğimiz o saha da bize karşı oynarken yenilmekten kurtulamazdı. 

Derken yine bahar dönemi gelmiş ve futbol için turnuvalar başlamak üzere idi. Oynadığı oyunu keyif olarak gören bizler için bunu daha da ileri götürmek adına farklı bir şeyler yapmak istemiştik. Okuldaki turnuvalarda takımların birbirinden ayrılması için iki ayrı renkte yelek dağıtılır ve maçlar oynanırdı. Biz ise kendimize ayrı bir forma oluşturmak için bir okul çıkışında o günlerin alışveriş merkezi sayılan Onur Pasajına gittik ve forma araştırmaya başladık. O yıllarda böyle şeylerin zaten çok alternatifi bulunmazdı. Gezerken tesadüfen son dünya şampiyonu olan Arjantin'in ''Mavi Beyaz'' kalın çubuklu formasını gördük. Hepimiz ısındık ve ''Tamam bu olsun'' dedik. Altına da yine aynı renk olmamız adına siyah bir eşofman belirledik. Hatta daha da esprili olsun diye zafer işareti olan arma seçerek hepimiz eşofman ceplerimize bunu diktirdik.

Artık uzun zamandan beri beraber oynayan arkadaşlar görsel olarak da uyumlu şekilde turnuvaya hazırdık.

İlk maçımız lise son sınıfları ile idi. 

Lise son sınıflar hem okuldaki ağırlıkları hem de fiziki farkları nedeni ile her daim maçların favorisi olurdu. O maça da o güvenle çıktıklarını hatırlıyorum.

Maç başladıktan sonra ise ne onlar ne de bizler tam olarak oyuna bir hakimiyet kuramamıştık. Derken bir penaltı kazandık. Arkadaşlar atışı bana bıraktı, topun başına geçtim ama benimle beraber nerede ise maçı izleyen tüm okul da hemen ceza sahasının tüm çevresini kaleye kadar kapatmıştı. Maçları yönetmek için görevlendirilen hakemler öğrenciler arasından seçilirdi ve malesef o kalabalığı dağıtacak bir otoriteleri de olmazdı. Mecburen atışı bu şekilde kullandım ama kaçırdım. 

Öne geçme fırsatını değerlendiremesek de oyundan düşmedik. Derken kaçırdığım penaltıyı bir gol atarak telafi ettim. Ama sonrasında onlar da beraberliği yakaladılar. Maçın nasıl biteceğini merak edenlere ise cevabı o tekniği müthiş arkadaşım verdi ve 1 gol daha atarak bizden büyük ağabeylerin ne olduğunu anlamadığı dakikaların sonunda maçı kazandık. 

Bir sonraki maçımız lise 2. sınıflar ile idi. Ancak bu rakip okulda kabadayı hareketleri ile bilinen ve bizle oynayacağı maçı her şekilde kazanma hedefinde olan kişilerdi. 

Derken o gün geldi ve maç başladı. Bizler bu sefer artık turnuvaya daha bir alışmış ve kendinden emin idik. Maçta dakikalar ilerledikçe gollerimiz de gelmeye başladı. 1,2,3 derken 4. golü bulduk. Hızla gelen bu goller sonrasın rakibimizin hareketleri sporun normallerinden çıkmaya başladı. Aslen bir öğrenci olan hakem ise bu oyun şekline karşı bir şey yapamıyor, nerede ise ancak faul dışındaki konularda düdüğünü çalabiliyordu. Rakibin sertleşen oyun tarzına karşı biz de birşey yapamıyorduk ve goller yemeye başladık. Skor 4-2 ye geldiğinde ise ortam iyice gerilmişti. Yükselen tansiyon sonrasında maçı bir öğrencinin idare edemeyeceğini anlayan okulun spor hocası devreye girmiş ve hakemliği öğrenci arkadaşımızdan devralmıştı. Ancak rakip takımdaki arkadaşları hocanın varlığının bile durdurma imkanı yoktu. Derken rakip takımdan biri ile ikili mücadeleye girdiğimde rakip yere düştü. Muhtemelen hoca onlar lehine faul verecekti. Ancak rakip oyuncu hızını alamadı, onu yerden kaldırmak için yanına geldiğim esnada karnıma doğru bir tekme yedim. Tabii şiddetin bu noktaya gelmesi sonrasında ortalık karıştı ve hoca da artık çığrından çıkmak üzere olan maçı lehimize olacak şekilde tatil etti. Sonunu göremediğimiz maçı da bu şekilde 4-2 kazandık ve finale kaldık.

Rakip ise yıllardır yenemediğimiz aynı dönemden C şubesi olmuştu. Okul tarihinde bir ilk olarak lise finalini iki lise 1 sınıfı oynayacaktı ve yıl 1989 da ne olursa olsun şampiyon 1. sınıflar arasından çıkacaktı.

Maçın olduğu gün geldiğinde kendi aramızda C şubesinin diğerlerinden farklı olduğunu, maçı kaybedebileceğimizi ama kaybetsek bile aslında şu ana kadar yaptıklarımızın bizim için yeterli olduğunu dile getiriyorduk. Bir nevi yenilmek bizim açımızdan üzüntü verse bile inanılmaz olmayacaktı.

Ancak maç başlayınca inanılmazlar oldu. O yıla kadar tutkulu bir şekilde oynadığımız maçlar kendisini gösteriyor ve ezeli rakibimiz bize saha da yetişemiyordu. Maç 5-0'a geldiğinde herkes gibi bizler de şaşkındık. Sonrasında elbette biraz rahatladık. Onların bulduğu bir gol ile maç 5-1 le sonuçlandı.

O sezon Beşiktaş'ın ve Fenerbahçe'nin yanında Avrupa'daki maçları ile Galatasaray'ın tattırdığı heyecanların üzerine kendi başarımızın hazzını yaşıyor, sırtımızda Arjantin formaları ile kendi dünyamızın şampiyonu oluyorduk. Aslında gelişen tarihi olaylar ülke olarak sadece bizle de sınırlı değildi. Sonrasında o yıl Almanlar da kendi aralarındaki Berlin Duvarını yıkacak, birleşen Almanya bir yıl sonra oynanacak Dünya Kupasında bu sefer finalde Arjantin'i yenerek kupayı alacaktı. Bizler için ise Arjantin'in yeri her zaman farklı olacaktı.

.............................................................................................................................................................

Not: O sezon ki anılarımızı zenginleştiren bir diğer şey ise yayınladıkları ''Yeşilmişik'' albümü ile hayatımıza giren Yeni Türkü olmuştu. 

Müziği kadar sözleri de çok etkilemişti bizleri. Yağmurun küçük ellerini, bir soluk gibi geçen kısa ömürleri, çemberde yerini belirleyemeyenlerin kederlerini, sevdikçe konuşmaya başlayan resimleri onlar ile tanıdık.

Nice anılarımıza eşlik eden şarkılar arasında favorim ise Can Yücel sözleri olan ''Başka Türlü Birşey'' idi.

Not 2: O futbol takımımızın malesef topluca bir fotoğrafı yok, ya da en azından ben de yok. Belki bu yazı vesile olur ve yenileri ortaya çıkar.  Şimdilik takımımızın kalecisi arkadaşımızın (Yiğit) yegane resmi bu anıların görselini canlı tutuyor.




Yorumlar

  1. O harika takımın bir parçası olmak benim için herdaim bir gurur kaynağı oldu. Futbola olan yeteneğim ortalamanın çok altındaydı. Ama oyuna; futbola olan ilgim, uzun boyum, iyi reflekslerim, kimsenin bu mevkiyi tercih etmemesi -ve sonradan farkına varacağım gibi bu mevkiinin aslında ruhumu yansıtması- gibi şeylerin bir araya gelmesiyle o takımın kalesini korudum. Açıkçası benden iyisi de yoktu bizim sınıfta... Aslında bizimle sadece bir sene okuyup, daha sonra başka okula geçen, Ümit adında bir arkadaşımız benden yetenek olarak fersah-fersah önde ve çok iyi bir kaleciyi. Ama biz top oynarken o bile dayanamaz ve kaleyi bana bırakıp oyunun içine dalıverirdi. Bense o üç direk arasından ayrılmazdım. Çünkü Sunay Akın'ın cümleleriyle:" .....Oysa kaleci dünya edebiyatının yenilmez şövalyesi Don Kişot'tur. Herkes onunla alay ederken Cervantes'in roman kahramanı, gol yiyen bir kaleci gibi ayağa kalkmasını bilir her seferinde. Çünkü Don Kişot, düzenin rüzgarına doğru dönen yeldeğirmenlerine saldırdığı anda değil, tepe taklak edilip düşse de, hayalleri için yeniden ayağa kalktığında Don Kişot olur!" İşte benim hayalim de o harika çocuklarla top oynayabilmekti.
    Yiğit

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokular

Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam- 2. Bölüm (2. Yazı)

Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi 1. Bölüm ( 3. Yazı)