İSLAM DÜNYASININ YASAKLI ESERİ -ÇAĞRI FİLMİ
1984 yılında Ramazan ayı ve
Bayramı Haziran'da imiş. Aradan bunca zaman geçmişken bunu hatırlamak
garip gelebilir ama aklımda kalmasının sebebi Anadolu Lisesi sınavının yanında bir başka şeyin de o tarihlere denk gelmesi. Televizyonda bir dizi yayınlanıyordu. Sonraki yıllarda artık nerede ise tüm dini gün ve aylarda gösterimi bir gelenek haline gelen bir diziydi bu, hemen hepimizin artık bildiği''Çağrı (The Message)''.
TV'de ilk bölümden itibaren takip ettiğimi hatırlıyorum. Bu ilginin sebebi belki o zamanlarda ekranlara hakim olan Amerikan dizi ve filmlerinin haricinde farklı bir kültürün gösterimi, ya da belki de tarihe duyduğum ilginin vermiş olduğu bir sempatiydi. Pazar akşamları oynayan dizinin son bölümünün ise şimdi bakınca 17 Haziran 1984 olduğunu görüyorum. Ertesi gün ise hayatımızdaki ender kırılma anlarından birine vesile olacak olan Anadolu Liseleri 2. Basamak Sınavı vardı. Doğal olarak erken yatıp iyice dinlenmek gerekiyordu. Ancak normal bölümlerden daha uzun olduğunu hatırladığım son bölümü bir türlü bırakıp dinlenme faslına geçemiyordum.
Görüntülerde bir kaç haftadır devam eden müslüman dünyasının çektiği acılar nihayet son buluyor, bugün bu dine inananların ibadet için yüzünü döndükleri Kabe fethediliyor ve yeni bir dinin artık kalıcı şekilde yeryüzünde var olacağı tüm izleyenlere hissettiriliyordu. Bölüm bitince, ertesi günü değil de, final yapan diziyi düşünüyordum halen.
Sınava giren (gazetelerin yazdığı kadarı ile) 61 bin çocuktan kaçı benim gibi ekran karşısına kilitlenmişti o gece bilmiyorum. Aradan uzun yıllar geçince bu filmin (aslında filmdi çünki) beni neden bu kadar etkilediğini anlamaya ve bunu düşünürken de bir taraftan filmin hikayesini öğrenmeye çalıştım. Sonrasında ise müslüman kültür dünyasında bir daha eşinin yapılamadığı görsellik ve anlatımı olan filmin hikayesine ulaştım. Meraklıları ile devam edelim!
Filmin
yönetmeni olan Mustafa Akkad, annesi Gaziantep, babası Halep'li ve kendisi de
aslen Suriye doğumlu (doğ.1930) bir müslümandır. Henüz 19 yaşında iken hayali olan
sinema eğitimini almak üzere Amerika'ya gider. Oğlunun bu arzusunu fikren
destekleyen babası, onu gemi ile Yeni Dünya'ya uğurlarken cebine sadece bir kaç
dolar ve bir de dinini unutmaması için Kuran koyar.
Akkad,
Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde eğitimini tamamladıktan sonra yönetmen Sam
Peckinpah'in yanında çalışmaya başlar. Hayalinde bir gün kendi filmini yapmak vardır. Bu arzusunu en fazla tetikleyen şey ise 1960'ların başında sinemada
izlediği bir filmdir.
''Arabistanlı
Lawrence (Lawrence of Arabia)'' filmini biliriz. Verdiği sinematografik etkiye
hayran kalan ve özellikle Ömer Şerif'in, çölün ufkunda belirerek bir kaç dakika
boyunca sanki bir hayalet süvari gibi ilerlemesi görselliğine bayılan Akkad,
bir gün kendisinin de bu şekilde etkileyici bir film yapmasının hayalini kurar.
Bu filmi sinemada izleyerek hayran kalan sadece o değildir. Steven Spielberg de
aynı filmi izledikten sonra müziklerinin olduğu albümü satın alarak, o seslerin
kurduğu dünyayı hayranlıkla dinler. Tarihin garip cilvesi, Steven Spilberg'i
derinden etkileyen müziklerin bestecisi, sonrasında ''Çağrı'' filminin
de müziğini yapacak ve 1978'deki Oscar töreninde en iyi film müziğini ödülünü, yine sinema tarihinin unutulmaz bir
serisinin başlangıcı olan ''Star Wars''a kaptıracaktır.
1960'lar
döneminde aslen televizyona işler yapan Mustafa Akkad, izlediği bu film
sonrasında içinde uyanan kendi filmini çekme dürtüsünün esiri olur bir yerde.
Ancak tam olarak nasıl bir şey yapmak istediğine de karar veremez ilk
dönemlerinde. Sonrasında ise Yeni Dünya'daki yaşamı bu konuda kendisine yol
gösterir.
Koyu
dindar olmasa da bir inanan olarak çocuklarına müslümanlığı öğretmek
istemektedir. Diğer yandan yaşadığı ülke, Amerika'da, kimse doğru dürüst İslamiyeti bilmemektedir. Böylece bu dinin üzerine bir film çekerek hem
ailesine karşı hissettiği sorumluluğu yerine getirmek hem de özellikle Hristiyan çoğunluğun olduğu bu ülkede insanlara kendi dinini tanıtmak ister.
Kararını
verir. İslamiyetin doğuşunu anlatan bir film çekecektir. Ancak haliyle bunun
için önemli bir bütçe gerekir. 1960'ların sonundan başlayarak yaklaşık
3 yılını bu filmin bütçesini oluşturabilmek için harcar. Sonunda Mısır, Kuveyt
ve Libya'dan maddi destek sözü alır. Devamında ise işin başka bir zor kısmı
olan senaryo yazımı gelir. Bunun için de tarihsel filmlerde becerisini ''Waterloo'' filmi
ile de kanıtlamış olan İrlandalı senarist Harry Craig'e başvurur. Ancak bu
filmde başka filmlerin senaryo yazımına göre ilave zorluklar vardır. Çünki her ne kadar sinemada Hristiyanların Peygamberinin
canlandırması yapılabilse de müslüman dünyada böyle bir şey mümkün değildir. Hatta bu kısıtlamaya ilave olarak peygamber zamanında çevresinde olan ve ''Sahabe'' denilen
bir çok kişinin de gösterimi yapılamayacaktır. Sadece bir sahnede 4. Halife
Ali'nin o ünlü kılıcı ''Zülfikar'' gösterilirken filmin ana omurgası
da Peygamberin amcası olan ve ekrana yansıtılmasında bir sakınca olmadığına
hükmedilen ''Hamza'' üzerine kurgulanır.
Akkad
sonrasında bir sorun yaşamamak adına senaryoyu önce Sünni dünyasının, sonrasında
da Şii dünyasının otoritelerine onaylatmaya karar verir. İngilizce yazılan
senaryonun Arapçaya çevrilmiş hali bir taraftan Mısır'da ''El-Ezher'' de
bulunan bir kurul tarafından incelenerek düzeltilmesi istenilen bölümler
belirlenir, o bölümler tekrar ingilizceye çevrilir, gerekli düzeltmeler
yapıldıktan sonra tekrar Arapça'ya çevrilir ve bu şekilde devam eden süreçler
sonrası senaryonun her sayfası onaylanır. Sonrasında Şii Dünyasından
onay almak adına ''Lübnan'daki Şii Kuruluna'' senaryo iletilir.
Buradan da son onaylar alındıktan sonra artık çekim aşamasına geçilebilecektir.
Ancak
filmdeki havayı istediği şekilde yansıtmak adına müziklerin çok önemli
olacağını düşünerek kendisinde böyle bir projeye cesaret etmesine ilham olan
Arabistanlı Lawrance filminin de müziğini yapmış olan ''Maurice
Jarre''a teklif götürür. Jarre projeyi dinler ve müzikleri yapacağını
ancak şartları olduğunu söyler!
Öncelikle
kendisinin çölde bir süre yalnız yaşayarak o doğanın ve ruhun müziğini
hissetmesi gerekecektir. Ayrıca Akkad'dan kendisine İslamiyeti ve
senaryonun geçtiği dönemleri anlatan kitaplar vermesini ister. Akkad da bunları
yerine getirir. Çölde geçirdiği zamanlar sonrasında ortaya Maurice Jarre'ın da ''En
iyi bestelerim'' dediği müzikler ortaya çıkar.
Filme de
bir başka etkileyici yön ise peygamberin cismi olarak gösterilmemesi
gerekmesine karşın bazı sahnelerde onun varlığının hissedilebilmesi adına
kameranın peygamberin gözleri yerine konarak, izleyicilerin o
sahnelerde doğrudan filmin içine girmesinin sağlanmasıdır. Özellikle
Medine'de müslümanların ilk camisinin yapımında çalışırken amcası Hamza ile yaşadığı diyalog
sanırım filmi izleyen herkesin aklında yer etmiştir. Yine Peygamberin olduğu sahnelerde
görselliğe Maurice Jarre'ın eklediği mistik müzikler ayrı bir derinlik katar.
Akkad
filmde ana karakterin Peygamberin amcası rolündeki ''Hamza'' olması
nedeni ile bu rolün hakkını vereceğini düşündüğü birini tercih etmek adına ''Anthony
Quinn''i seçer. Bir diğer ana karakter olan pergamber karşıtı ekibin
lideri konumundaki Ebu Süfyan'ın karısı rolünde olan ''Hind'' rolü
için de tercihi ''Irine Papas''tır. Aslında Anthony Quinn ile Irıne Papas
kimi sinema severlerin hatırlayacağı şekilde daha önce çekilmiş olan ''Zorba:The Greek'' filminde beraber rol almışlardır. Filmde bir başka önemli
karakter olarak öne çıkan ''Bilal'' karakterini ise böyle bir film
yapılacağını duyan ve kendisi de daha önce müslümanlığı kabul etmiş olan
boksör ''Muhammed Ali'' oynamak ister. Ancak Akkad, bunun iyi bir
fikir olmadığını düşünerek öneriyi kabul etmez. Sonuçta bir dünya şampiyonu
olan Muhammed Ali'nin filmde yer alan ve Bilal'e uygulanan işkence sahnelerinde
ki çaresizliğinin sahici olamayacağını düşünmüştür belki de.
Mustafa
Akkad çektiği filmin hem batı dünyası hem de müslüman dünyasında kabul
görebilmesi için o zamana kadar yapılmamış farklı bir şey denemek ister. Film
hem ingilizce hem de Arapça çekilecektir! Çünki normal İngilizce üzerine
olası Arapça yapılacak dublajların gerçekçi olmayacağını düşünür ve bu nedenle
de içinde konuşmaların ya da ana karakterlerin yer aldığı tüm sahneler ayrı
dillerde 2 kez çekilir. İngilizce ve Arapça arasında ki dil farklılıklarından
dolayı aslında filmin Arapça versiyonu İngilizce versiyonundan 30 dakika kadar da uzun olur. Başta bu kadar zorlanacağını tahmin etmese de bu ikili çekim filmin
tamamlanmasını önemli ölçüde zorlar. Ancak bitince ne kadar doğru bir karar
verdiğine herkes tanık olur.
Zamanla
tüm hazırlıklar tamamlanmış ve film için Fas'ta Marakeş yakınlarında bir alan
belirlenmiştir. Hatta burada Mekke'nin o dönem ki görselini oluşturacak şekilde
kerpiçten evlerin ve ortasında Kabe'nin olduğu bir alan inşaa edilir. Ancak
bunlar yaşanırken zamanında filmin kendi topraklarında çekilmesine izin
vermeyen Suudi Arabistan şimdi yine sahnededir. Bu ülkenin baskısı ile
önce Kuveyt ve sonra da Mısır bu filme verdikleri desteği geri çekerler.
Devamında da Fas'a baskı uygulayarak çekimleri durdurmaya çalışır. Fas Kralı
Hasan aynı fikirde olmasa da Suudi Arabistan'dan gelen -tehdide varan- bu ısrara dayanamaz ve
Mustafa Akkad'ın çekimleri durdurmasını ve 2 hafta içinde de ülkeyi terk
etmesini istemek zorunda kalır. Akkad filme başlarken özellikle Hollywood'a
hakim olan Musevi lobisinin kendisini engellemeye çalışacağını düşünürken, asıl
direnç şimdi kendi inanç dünyasından gelmektedir. Bu durum ileride de devam
edecek ve filmin seyirci ile buluşmasının önünde her daim zorluklar
yaşanacaktır.
Mustafa
Akkad ne yapacağını bilemez bir şekilde çözüm bulmaya çalışırken Libya'da
Kaddafi ile görüşmeye karar verir. Kaddafi kendilerini kabul eder ve filmin
bitirilmesi için nelere ihtiyaçları olduğunu sorar. Maddi gereksinimin yanında
filmin atmosferini yansıtacak bir mekana da ihtiyaçları vardır. Kendilerine
ülkenin güney bölgesinde çöl ortamında bir alan tahsis edilir. Diğer bir
ihtiyaç da özellikle savaş sahneleri için gerekecek figüranlardır. Kaddafi bunu
da halk içerisinde oluşturulan milis gücünü tahsis ederek çözer.
Ve
nihayet çekimlere yeniden başlanır. Yaklaşık 1 yıl süren prodüksiyonda
özellikle savaş sahnelerinde yer alan binlerce figüran, aslen Libya milis
gücüne bağlı olan insanlardır ve bir filmde rol aldıklarını bilseler bile yine
de Akkad'ın isteği dışında davranışlar sergileyerek çekimleri zaman zaman
zorlaştırırlar. Örneğin tarihsel olarak da müslümanların kaybettiği bir savaş
olan Uhud'da bir türlü yenilerek geri çekilmek istemezler. Yine Hamza'nın rol gereği öldürüleceği sahnede mızrak ona ulaşmasın diye sahne çekilirken
etrafında etten bir duvar oluşturarak onun kendilerince ölümünü engellemeye
çalışırlar. Akkad tüm bu zorlukları bir şekilde çözer ve nihayet film
tamamlanır.
Çekimlerin
sonunda yeniden Kaddafi ile görüşen Akkad, kendisine yaptığı destekler için
minnettarlığını iletirken, filmin sonuna eklenecek bir görselde çekimlere
Kaddafi desteğini vurgulayarak teşekkür etmeyi teklif eder. Ancak Kaddafi böyle
bir filme her müslümanın aslen destek olması gerektiğini söyleyerek bu teklifi
kabul etmez. Akkad yine de filmin sonundaki jenerik bölümünde çekimlerin ''Fas ve
Libya'da'' yapıldığını ekleyerek kendince teşekkürünü eder!
29
Temmuz1976 tarihine gelindiğinde artık filmin galası yapılacak ve gösterim
Avrupa'da, Londra'dan başlayacaktır. Her şey hazırdır ancak halen müslüman
dünyasından itirazlar ve hatta filmin ilk gösterime gireceği salona tehditler
vardır. Bu itirazların başında ise filmin ilk olarak ''Muhammed, Allah'ın
Elçisi'' adını taşıyarak görselde de Anthony Quinn'in olması nedeni ile filmde
sanki peygamberi Quinn'in canlandırdığına ve dindeki peygamberi tasvir
yasağının çiğnendiğine inanılmasıdır. Gerçeğin böyle olmadığına yönelik
açıklamalar da işe yaramayınca, gösterime 72 saat kala Akkad çareyi filmin
adını değiştirmekte bulur ve film bizlerin de bildiğimiz hali ile ''The
Message (Arapça El Risale)'' adını alır.
Ancak
filme yönelik itirazlar yine de durmaz. Amerika sinemalarında gösterimi
gecikir. Nihayet 1977 Mart'ında burada sinemalarda gösterime girdiğinde bu
sefer ülkedeki aşırı müslümanların eylemleri başlar. Silahlı gruplar Washington'da
3 binaya baskın yaparak burada bulunan 149 kişiyi rehin alırlar. Talepleri
arasında daha önce eylemlere karışarak ölümlere neden olmuş bazı mahkumların
serbest bırakılması yanında, İslamiyete bir hakaret olarak gördükleri bu filmin
gösterimden kaldırılması vardır. Polisin müdahalesi sonucu ölümlerin de yaşandığı
bu rehin almada eylemcilerin tüm talepleri karşılanmasa da filmin yayınlanması
durdurulur. Sonrasında yeniden vizyona girse de hakkındaki olumsuz eleştiriler ve muhtemelen güvenlik endişeleri nedeni ile izleyen sayısı
sınırlı kalır. Film maliyetini çıkarması için 35 milyon dolar bir hasılat
yapması gerekirken ancak 5 milyonluk bir gelir elde eder. Ancak aslında buna
karşın sinemasal ve konu açısından izleyenlerde unutulmaz bir etkiye sahip olur.
Film Batıda kısıtlı da olsa gösterilirken müslüman ülkelerde yasaklanır ve
izlenemez. Bunun istisnası sadece 2 ülkedir. Bunların bir tanesi olan İran'da
Humeyni, peygamber döneminde Şii - Sünni ayrımı olmadığını belirterek ülkede
gösterimin yapılmasının önünü açarak herkesi şaşırtır. Diğer ülke Türkiye'de
ise o dönem bulunan Denetleme Kurulunun, 1978 yılı Kasım ayında Diyanetten
almış olduğu görüşe istinaden, filmin ithali ve halk tarafından izlenmesinde
bir mahsur görülmez. Film, bizim belki de dublaj tarihine geçecek üst düzey bir
seslendirme becerisi ile (halen de bu seslendirme kullanılmaktadır ekranlarda)
ilk gösterimi Mimar Sinan Üniversitesi'nde ki salonda yapılır. Bu ilk gösterime
Mustafa Akkad ile başrol oyuncusu Anthony Quinn de beraber katılırlar.
Filmin
diğer müslüman dünyasındaki yayın yasağının kalkması için uzun yıllar geçmesi
gerekecek, hatta bu projeyi en başından beri engellemeye çalışan Suudi Arabistan
ancak 2018 yılında bu yasağı kaldıracaktır.
Akkad
daha sonraki yıllarda fazla film çevirmese de sinemada bir başka ünlü seri
olan ''Hallowen (Cadılar Bayramı)'' filmlerinin de prodüktörü
olacaktır.
Ancak o
her ne kadar yaptığı ''Çağrı'' filminde islamiyetin şefkatli yüzünü göstermeye çalışsa da yaşamı bu dine inanan şiddet yanlısı fanatikler
tarafından son bulacaktır.
11 Kasım
2005 tarihinde, Ürdün'ün başkenti olan Amman'da kızı ile beraber bir
arkadaşlarının otelde düzenlenen düğün törenine katılırlar. Eylemciler otele
bombalı saldırı düzenlerler. Kızı hemen orada, kendisi de bir kaç gün sonra hastanede
ölür.
Filmin tamamlanması için her türlü desteği vererek ''İslamiyetin Doğuşunun'' kendi ülke topraklarında anlatılmasını sağlayan Kaddafi ise Ekim 2011'de ülkesindeki isyancılar tarafından öldürülür.
Bu sefer karşısında
Çağrı filminde Uhud Savaşı'ndaki gibi müslüman ordusunu arka cepheden
gafil avlayan atlı birlikler yerine isyancılara havadan bombalar ile desteğe gelen
NATO uçakları vardır!
.........................
Resim: İngilizce ve Arapça çekim de yer alan sanatçı ve posterler.
Yorumlar
Yorum Gönder