HANGİ ŞARKI HANGİ AN(I)DA - 1. YAZI
İnsanın yaradılışına dair çeşitli inanışlar var. Bunda Tanrının amacı ne idi değişir benimsenen inanca göre. Ama bugüne kadar okuduklarım arasında insanın şarkılar söylesin diye yaratıldığına inanan bir gruba rastlamadım. Oysa en azından dünya üzerinde hakim inanışların hepsinin içine girmiş olan müziğin ahengi insanı bu ritimlerin ne kadar etkilediğinin de kanıtı.
Müziğin kanımca bir diğer etkisi ise yaptığı çağrışımlar. İnsan bir müziği, bazen bir an, bir duygu ile eşleştirir ve ne zaman o şarkıyı duysa yine o an gelir aklına.
Bende de var böyle anılar ve şarkılar. Hepsi sığmaz bir yazıya elbette. Hatırladıklarımdan bazılarını şarkılar ile beraber o anının merkezinde canlanan kişiyi de yazıya ekleyerek anlatmaya çalışayım.
We Will Rock You - Queen (Naz ve Lise Sınıfımız) : Lise de idik. Hepimizin müziğe karşı gittikçe artan ilgisinin olduğu ve aynı zamanda kendi ses ve beğenilerimizi de keşfettiğimiz zamanlardı.
Sabah erken saatte başlayan derslere bazen hocalar geç kalırdı. Biz dersin başlamasını beklerken sınıfta en tutkulu Queen hayranı olan arkadaşımızın (Naz) yeniden yeniden ''We Will Rock You'' şarkısını söylemesini isterdik. O da sırasından doğrulur, bir arka sıranın üzerine oturarak herkesin onu göreceği şekilde başlardı söylemeye. Nakarat kısmına gelince hepimiz sıraya ellerimizi vurur, ritim tutar, eşlik ederdik.
We will, we will rock you!!!
We will, we will rock you!!!
Nakarat sonrası herkes yeniden susar arkadaşımız
devam ederdi. Kimse rol kapmaya çalışmaz, yaşanılan o anın keyfini çıkarırdı.
Şarkı bitince herkes alkışlar, bizi kırmayan ve dersin başlamasını beklerken belleğimizde unutulmaz
anılar bırakan arkadaşımıza yeniden yeniden teşekkür ederdik.
Loosing My Religion - REM (Kuzen): 90'ların başı idi. Ben üniversite için İstanbul'da, Donanmada görev yapan kuzenim ise İzmit, Gölcük'te yaşıyordu. Bir gün kendisine müzik seti almak için o zamanın elektronik eşyalar merkezi sayılan İstanbul, Doğu Bank'ta buluştuk. Kuzenin seçimi, kaset, CD, plak, radyo gibi dönemin nasıl bir ses teknolojisi varsa hepsini içeren, çok işlevli, çok katlı bir set idi.
Arabamız yoktu. Ağırlığı epeyce fazla olan parça parça kutuları önce hamal sonra da otobüsler arası aktarımda kendimiz taşıyarak nihayet Gölcük'te ki eve vardık. Epey yorulmuştuk. Biraz dinlendikten sonra hemen kutulardan farklı parçaları teker teker çıkararak seti kurduk. Kullanma kılavuzunu takip ederek nasıl bir teknolojisi olduğunu anlamaya çalışıyorduk. O dönemler için hayal edilemeyecek bir çok özelliği vardı. Arada bazılarını tam kavrayamadan, seti kurcalarken en son ''REM'in'' CD sini koymuş biraz dinledikten sonra da yorgunluktan ikimiz de salonda uyuya kalmıştık.
Uykumuz hiç bölünmeden saatlerce derin derin devam ederken birden hoparlörden ''Loosing My Religion'' şarkısının intro kısmı bangır bangır gürledi salonda. Derin uykudan birden zıplayınca önce ne olduğunu anlamadık ikimiz de. Sonra bir şekilde kapattık sesi. Ve sonra anladık ne olduğunu.
Gece setin özelliklerini kurcalarken nasılsa müzikli uyandırma alarmını sabah saatine kurmuş ve sesi de nerede ise en yüksek düzeyde bırakmıştık!
Seher Vakti - Barış Manço (Ahmet): Lisede sınıf arkadaşımızın Ankara Or-An'da ki evlerine misafir olurduk bazen. Bahçeli, müstakil evde kimi zaman bodrumunda bulunan bölümde masa tenisi oynar, bazen de o masayı yana alır, açılan alanda bu sefer normal tenis topu ile futbola dönerdik.
Bir keresinde ise hem sohbet hem de şarkılar şarkı söylemek için sadece ikimiz vardık. Arkadaşım gitar çalmayı öğrenmişti bir süre önce. Notaları olan şarkıları çıkarmaya ve beraberce söyleme başladık.
Bir ara bir şarkıyı açtı. ''Bunu biliyor musun'' dedi. İlk kez gördüğüm bir şarkı idi. ''Hayır'' dedim.
''Seher Vakti'' isminde olan şarkının bir Barış Manço eseri ve hatta onun ilk bestesi olduğunu söyledi. Sonrasında şarkıyı noktalarını göstermek için bir kez
söyledi. Peşinden bir kaç kez daha beraber söyledikten sonra aklımıza bu şarkıyı kendimiz söylerken kaydetmek geldi.
Evde bir müzik seti vardı. Evet ama mikrofon yoktu. Şimdi hangimizden çıktığını hatırlamadığım bir akıl ile elimize geçen kulaklıkları müzik setinin mikrofon yerine
takarak deneme yapmaya karar verdik.
Kaseti koyduk, kayıt düğmesine bastık. Kulaklıklardan birisi bende diğeri ise arkadaşımın gitarına yakın şekilde başından sonuna şarkıyı söyledik. Sonra heyecanla kaseti başa alıp dinledik.
Ve evet kayıt gerçekten olmuştu! Mükemmel
olmasa da söylenenler ve şarkı anlaşılıyordu.
Aradan yıllar geçti. Barış Manço öldü. Yine bir uzun zaman daha geçti, bir programda eşi Lale Manço konuştu. Söz elbette Barış Manço'ya da geldi. Bir ara sunucu Lale Manço'ya, eşinin ilk bestesinin adını sordu.
Kadın duraksadı. Tam bilemediği belli idi.
Sonra aklına gelen en iyi ihtimali söyler gibi "Kol Düğmeleri" dedi.
Sunucu ise ''Hayır, Seher Vakti aslında'' diye cevap
verdi.
Program sonrasında aklımda kalan şey daha lise
zamanında bu şarkı ve anlamını bilen arkadaşıma rağmen, nerede ise bizim
yaşımızdan daha uzun süre evli kaldığı eşinin nasıl bilemediği oldu.
Olmasa Mektubun - Yeni Türkü (Sinem ve Güner Hoca): Sanırım Lise 1 idik. Boş bulduğumuz bir sınıfta bir kaç kişi toplanmış şarkılar söylüyorduk. Sonra bir ara Sinem ''Olmasa Mektubun'' şarkısını söylemeye başladı. Sınıfın kapısı açıktı ve koridordan bir hocanın geçtiğini gördük. Derken hocamız (Güner Hanım) geri dönüp sınıfın kapısından hafifçe başını uzatarak tam o sırada nakarata gelen bölüme eşlik etmeye başladı.
''Neydi bir arada tutan şey ikimizi
Birleştiren neydi ellerimizi.
Bırak bana anlatma imkansız sevgimizi,
Sevmek bir çok şeyi göze almaktır. ''
Nakarat bitince hoca koridorda yoluna devam etti. Benim ise aklımda ''Bu gürültü de nedir'' demek yerine şarkıya eşlik eden bir Hocanın unutulmaz görüntüsü kaldı!
Açelya Üzerine Çeşitlemeler - Yeni Türkü (Kendim): Yine lise dönemleri, Yeni Türkü'nün Yeşilmişik isimli albümünü çıkardığı zamanlardı. Şiirler yazmaya merak salmıştım. İlhamım ise çoğunlukla dinlediğim şarkılardı. Sanırım en çok dinlediklerim enstrümantal parçalardı. Bu şarkıda da ana enstrüman olan keman öyle bir çalınırdı ki insanı içine alır, büyüler, o ne dese yapacak gibi olurdunuz. Koş dese, gecenin görünmez yağmurlarında koşar, düşün derse düşünür, hatırla derse size en dokunan şeyi hatırlardınız.
Bana da ''Yaz'' derdi sanki.
Ben de şiirler yazardım!
In The Army Now - Status Quo (Hüma ve Lise Sınıfı) : 80'lerde ev partileri popülerdi. Bir arkadaşımızın (Hüma) verdiği parti ise bu sefer kıyafet balosu şeklinde idi. Herkes kendince bir kıyafet uydurmuş ve partiye katılmıştı.
Bir partinin olmazsa olmazı elbette müzikti. Önce teypten dinlenen şarkılar vardı. Sonrasında ise televizyonda yeni yayınlanmaya başlayan bir pop müzik programını izlemek için ekrana yansıyan bu şarkıya takıldık hepimiz. İlk dinleyişimiz değildi ama beraber ilkti. Kız arkadaşlarımızın şarkının klibinde arazide kondisyon çalışan askerlere hayran bakışlarına biz erkekler de eşlik ediyorduk her nedense. Şarkı bitince herkesin yüzünde tebessüm ile bu zamanı kendi anı dolabına kaldırıyordu sanki.
Çember - Yeni Türkü (Lise Sınıfımız): Ankara'yı bilenler Kuğulu Parkı da bilir. Ufak bir göletin yanında yürüme yerlerinin haricinde birazda çimenlik bulunur. Eskiden şimdiki kadar kalabalık da olmazdı orada.
Kimden çıktığını hatırlamadığım bir öneri ile biz de sınıfça parka gittik. Bir daire şeklinde kimimiz çimenlere kimimiz bulabildiği neresi var ise oraya oturduk. En az sohbet etmek kadar sevdiğimiz bir diğer şey şarkılar söylemekti. Bazen bir şarkıyı bir kişi söyler bazen de sınıfça başlardık söylemeye. Yine başladı böyle bir turumuz ve bir arkadaşımızdan çıkan sözler ile devam etti herkes.
''Ya içindesindir çemberin,
Ya dışında yer alacaksın.
Kendin içindeyken, kafan dışındaysa....''
Şarkıyı bitirdiğimizde hepimiz aynı çemberin içinde idik!
The Unforgiven, Nothing Else Matters - Metallica- (Lise Ekibi): Üniversite zamanında da lise arkadaşlarımızla imkan oldukça zaman geçirirdik. İlk yıl bitince bir arkadaşımızın (Ali) Bodrum'daki yazlığında buluştuk. Diğer bir arkadaşımız da (Yiğit) ailesinin arabasını aldı ve çevreye yapacağımız gezilerimize vesile oldu.
O geziler boyunca sohbetin elverdiği ölçüde teypte çalan şarkılar eşlik ederdi yolculuklarımıza. Aslında bir önceki yıl çıkan ve halen de unutulmaz olan Metallica'nın albümü favorimizdi yollarda.
Kasetler dönemi idi. A yüzü 4. şarkısı ''The Unforgiven''ı dinlerdik. Sonra kasetin diğer yüzünü çevirir, B yüzü 2. şarkıya kadar sarar ve ''Nothing Else Matters''a geçerdik. Çoğu zaman böyle yol boyunca önde oturan arkadaşımızın ana işi bu şarkıların yerini bulup çalmak olurdu.
Yollar bitti, zamanlar geçti, ama gezilerimize eşlik eden o sesler kulaklarımızda dinmedi.
I Say a Little Prayer for You - Aretha Franklin (Ozan) : Üniversite de İstanbul'da ilk yılımızdı. Ankara'dan İstanbul'a gelen ama ayrı üniversite ve mekanlarda kalan 2 arkadaş olarak mümkün oldukça buluşurduk. Arkadaşım koyu Beşiktaş'lı idi. Ben de onun sayesinde şehirde ilk öğrendiğim mekanlardan birisi ''İnönü Stadı'' idi.
Cep telefonunun olmadığı zamanlardı ve eğer buluşulacak isek tam nokta bir yer belirlemek ve zamanında orada bulunmak gerekirdi. Bizde nedense bu buluşmalarımızın birini standın hemen üstünde yer alan ve ''Beleş Tepe'' adı ile bilinen yerde maç filan da yok iken bir gece vakti yapmaya karar verdik. Ama arkadaşımın o zamanlar meşhur bir buluşmaya gecikme ritüeli vardı. Yine buluşma yerine kararlaştırdığımız saatte ben gitmiştim ama arkadaşım gelmemişti. O dönemlerde hep yanımda bulunan Walkman'i açmış ve defa defa bu şarkıyı dinlemiştim. Bilmem kaçıncı tekrardan sonra artık arkadaşım gelmişti. Şarkının ve önümde uzanan boğazın manzarası ile zaman geçmiş ve o anlar zihnime gecenin ılık esintileri ile beraber işlemişti.
Arkadaşım ise her zamanki gibi özür falan dilememişti:)
Yalnızlık Senfonisi - Sezen Aksu, Uğur Yücel (Lise Ekibi) : Yine üniversitede iken Ankara'ya geldiğim bir dönemde lise arkadaş grubu ile Sezen Aksu'nun, Uğur Yücel ile beraber yaptıkları bir şova gitmeye karar verdik. Program Yükseliş Koleji'nin spor salonunda idi. Biz o zaman sadece bu iki kişinin adını biliyorduk ama aslında Sezen Aksu'nun ekibinde yer alan nerede ise tüm kişilerin adlarını daha sonra tüm Türkiye duyacak ve kimileri halen de müzik yolculuklarına kendi başlarına devam edeceklerdi.
Ekipte, Sertap Erener, Levent Yüksel, Yıldız Tilbe, İskender Paydaş ve Uzay Heparı vardı. Programda Uğur Yücel ve Sezen'in karşılıklı komik diyaloglarının yanında şarkılar da söyleniyor, vokalistler de kimi zaman kendilerine eşlik ediyor kimi zaman da kendileri tek ses olarak şarkılar söylüyordu.
Uğur Yücel'in müthiş bir sesi vardı. Sezen daha o zaman kendi deyimi ile yeni yazdığı ve henüz yayınlanmamış bir şarkıyı beraber söyleyeceklerini belirtirken, Yücel'in sesine duyduğu hayranlığı dile getiriyor ve kendisine bir albüm yapmayı teklif etmesine karşın Yücel'in bunu kabul etmediğinden yakınıyordu.
Derken şarkının girişini Sezen yaptı. Nakarat bölümüne gelince Yücel'in sesi herkesin tüylerini diken diken ederek girdi.
''Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Anılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette.
Bekliyorum, bekliyorum,
Hadi gelin üstüme korkmuyorum''
Bu şarkıyı daha sonrasında bir çok kişi söyledi. Ama kanımca hiç kimse Uğur Yücel kadar insanı çarpan şekilde söyleyemedi.
I Turn To You - Melani C (Banka Ekibi - Gökhan): Bankacılıktaki ilk yıllarım ve henüz teftiş ekibinde idim. Ben İzmir'deki görevime gidecekken kuruldan bir arkadaşım da Aydın Şubesindeki görevine dönecekti. İstanbul'dan İzmir'e kadar araba ile beraber gitmeye karar verdik.
Vakit sonbahar ayları idi. Önce arabalı feribot ile Yenikapı'dan Bandırmaya geçtik. Sonrasında güneşli bir havada ayçiçeği ekilmiş tarlaların yanından geçerken sanki o görüntü ile uyumlu olan bir şarkıyı dinlemeye başladık. CD benim olduğu için şarkıyı biliyordum. Sevdiğimi söylediğim bu şarkıyı arkadaşım da çok beğenmiş ve defa defa geriye sararak dinlemek istemişti. Şarkının nakarat bölümündeki sözler ise sanki hem manzaraya hem de sonra yaşanacaklara işaret eder gibi idi.
'' I turn to you
Like a flower leaning toward the sun
I turn to you,
Cause you're the only one''
Aradan sanırım bir 10 gün kadar geçti. Bir haber geldi. Gökhan şubedeki görevine gitmek için Aydın'ın Muğla yolu üzerinde kaldığı otelden sabah çıkmış, karşıya geçmek isterken süratli bir arabanın altında kalmış, söylenene göre hemen orada vefat etmişti.
Duyunca hemen Aydın'a hareket ettim. Hayat dolu ve bizim dönemin neşesi olan bu arkadaşımızın vakitsiz aramızdan ayrılışını düşünürken bir taraftan da kulaklarımda beraber dinlediğimiz o son şarkı çınlıyordu.
''I turn to you,
Cause you're the only one!''
.................................................
Not : Bu yazıyı hem Gökhan'ı anmak hem de bugün doğumgünleri olan Ahmet ve Naz 'a hediye olarak kaleme aldım.
Yükseliş Koleji’nde “ yalnızlığım” şarkısını Sezen Aksu ve Uğur Yücel’den Dinlediği anı/ programı unutmuyorum ben de. Ben de ne zaman bu şarkıyı dinlesem ben de Uğur Yücel’den dinlediğim o anı / o muhteşem haline anımsarım.,Uğur Yücel’in sesi kadar Sezen Aksu’nun Tslkshow tarafını görmüştük. Sertab Erener henüz kaset çıkarmamıştı , show gereği :) Levent Yüksel’i Övüp, Sertab Erener’i feministler diye yeriyordu :)))
YanıtlaSil