Fatih Sultan Mehmet- Sultan'ın Hikayesi Devam 2.Bölüm - (6. Son Yazı)


Fatih, imparatorluğun yalnız ülke bakımından kurucusu değildir. Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi, sosyal kurumlarını geliştirerek kesin şekillerini veren ve devletin gelecekteki siyasi gelişmelerini belirleyen kişidir.
                                                                                                                                              Halil İnalcık

Tarihte askeri başarılar kazanan tüm liderler bunların yanında idari ve siyasi başarılarını da koyabilmiş değil. Hele devletin üzerinde yükseleceği kurumsallaşmaları sağlamış olmak herkesin üstesinden gelebileceği bir durum da değil.

Fatih ise tarihimizde ki birden fazla olan o istisnalardandır . 

Konstantiniye'yi aldıktan sonra ilk hedefi bu şehri yeniden nüfuslandırmak ve imar etmek olmuştur. Şehrin nüfusunun fetih öncesinde 40 binlere kadar düştüğü söylenir. Sorasında nufüs artışını sağlamak için gerek müslüman ahaliden gerekse gayrimüslümlerden şehre kimi gönüllü kimi zorla göçler yaptırılır. Mora yarımadasından, Trabzon'dan, Midilli ve Eğriboz adalarından gayri müslim nufüs buraya getirilir. Aynı zamanda o tarihte Almanya ve İtalya'da sosyal baskı altında yaşayan Yahudilerin de gelip yerleşmeleri teşvik edilir. Bunun yanında müslüman ahali içerisinden de Konya, Aksaray, Ereğli gibi bölgelerden Türk nüfus getirilerek İstanbul'a yerleştirilmiştir. Hatta bugün İstanbul Aksaray semtinin ismi o tarihte bu ilden getirilerek yerleştirilen kişilerden gelmektedir. Bu arada Cumhuriyet dönemi ile beraber resmi olarak kullanmaya başladığımız İstanbul adı da Rumca da ''şehre doğru'' anlamında ki ''Stanpolin'' den gelmektedir.

Yapılan nüfuslandırma çalışmaları sonunda 1477 yılında ki sayımda (o tarihte sadece haneler sayılıyor) kentte toplam 15 bine yakın hane bulunduğu (tahmini toplam nüfus ise 60 bin) 6 bine yakın hanenin ise gayrimüslüm olduğu tespit edilmiştir. Bu göç politikasına Fatih sonrasında da devam edilir. 1530 yıllara gelindiğinde şehrin nüfusunun 500 bine yaklaştığı tahmin edilmektedir.

Fatih aslında Konstantiniye'yi savaşsız ve yağmasız almak hedefindedir ama koşullar buna el vermez. Yine de şehri olduğu hali ile korumak ve geliştirmek ister. Örneğin fetih sonrası Ayasofya'yı cami haline getirir ancak aslında islami bir temeli olmayan ismini değiştirmez. Bunun dışında da Havariyyun kilisesi (yerine Fatih Cami yapılır), sonradan Zeyrek Medresesine çevrilecek olan Pantokrator Kilisesi, Kalenderilere verilen Kyriotissa Manastırı ve Arap Camine çevrilecek olan Galata'daki Dominikan Kilisesini haricinde şehrin Hristiyan ibadet yerlerini koruyarak, kenti çok kültürlü ve dinli bir metrepol haline getirmeye çalışır.

Ama Fatih, Konstantiniye için sadece nufüs çalışmaları yapmamıştır. Bugünki Kapalıçarşı'nın çekirdeği sayılan Büyük Bedesten de Fatih zamanında inşa edilmiştir. Aynı zamanda şehre bol su gelmesi için kanallar inşa ettirmiş, ilk yaptırdığı sarayı yeterli bulmayarak Sarayburnu'nda Osmanlı İmparatorluğunun da simgelerinden olacak Yeni Saray'ı (Topkapı Sarayı) inşasını tamamlamıştır.

Sadece kendisi değil, o dönemin bürokrasisi de şehrin imar faaliyetlerinde yer almış, Fatih'in sadrazamı olan Mahmud Paşa da şimdi kendi adı ile bildiğimiz o çarşının yapımını  gerçekleştirmiştir. Dolayısı ile şehrin genel Osmanlı simgelerinden olan birçok eserin iskeletinin Fatih zamanında oluşturulduğu söylenebilir.

Ama bunlardan önce Fatih, şehir de medrese kurarak eğitim ve ilim hayatının gelişmesini istemiştir. Tarihçiler bunu Ayasofya'da kılınan ilk Cuma namazında padişahın yapmış olduğu konuşmaya dayandırırlar. Bu nedenle de İstanbul Üniversitesinin geçmişi Fatih zamanında kurulan bu medrese ile ilişkilendirilmiş ve üniversitenin resmi kuruluş tarihi  30 Mayıs 1453 olarak benimsenmiştir. O dönem Fatih, kurulan medreseye gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından alimleri çekmeye çalışır. Bunların en ünlüsü ise Ali Kuşçu'dur. Bir matematik ve astronomi bilgini olan Ali Kuşçu aslında Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın elçisi olarak İstanbul'a gelmiş, yapılan görüşmelerde Fatih'in büyük saygısını kazanmıştır.  Daha sonra Fatih kendisine kurduğu medresede hocalık yapmasını teklif etmiştir. Ali Kuşçu da, memleketine dönüp elçilik görevinin tamamladıktan sonra ailesi ile beraber tekrar İstanbul'a geri dönmüş ve çalışmalarına bu medresede devam etmiştir.

Bir çok padişah gibi Fatih de şairdir ve yazdığı şiirlerde ''Avni'' adını kullanır. Bunun yanında bir çok şaire de maddi destek sağlayarak sanatlarını icra etmelerini teşvik eder. Okumaya merakı olan Fatih, Osmanlı sultanları içerisinde ilk kütüphaneyi de kuran kişidir.

O, çevresinde sadece müslümanları değil, gayrimüslimleri de bulundurmuştur. Örneğin, Floransalı Beneditto Dei gibi bir çok batılıyı yanında bulundurarak onlardan İtalya ve Batı Avrupa'daki devletler, siyasi ilişkiler ve askeri güçleri hakkında bilgiler alır. Bu sayede ki İtalya'nın parçalı ve birbirine düşman denilecek devletlere bölündüğünü ve kendisine karşı birleşmelerinin mümkün olmadığını anlar.

Fatih, aynı zamanda Osmanlı devletinde bir kanunname çıkaran ilk padişahtır. Ancak çıkarılan bu kanunname aslında tümü ile yeni bir düzenleme değil, kendinden önce çıkarılan kanunların gözden geçirilmesi ve eksik noktaların tamamlanması şeklinde yapılan bir çalışmadır. Ve bu kanunname içerisinde onu en fazla anmamıza neden olan konulardan birisi olan kardeş katline ilişkin maddedir. Bugünden bakınca geçmiş dönemlerde ki bir çok uygulama gibi bu da zihin dünyamızın kabul edemediği bir şeydir ama eksik bilinen bir şey varsa o da bu uygulamanın Fatih'ten önce Yıldırım Beyazıt döneminden beri uygulanan bir şey olduğudur. Bir çok kanunu düzenleyen hükümdarın devlette iktidar değişimi ve sonrasını görmezden geleceği elbette düşünülemez. Ayrıca o dönem inanılan şey, bir sonraki padişahın kim olacağına ancak Allah'ın karar vereceğidir. Bu nedenle de bir döneme kadar Osmanlı'da veliaht sistemi oluşmamış, iktidarı ele geçirenler sultanların kendi deyimi ile toprağın altını ve üstünü kardeşler arasında paylaşmıştır.

Fatih, devlet yönetimininde sultanın mutlak gücüne inanır. İşte bu nedenden dolayı Çandarlı Halil Paşa sonrasında bir daha böyle bir ailenin devlet otoritesine ortak olmaması için sadrazamlarını sonradan müslümanlığa geçen ve adına kul, muhtedi denilen kişilerden seçer. Bunun tek istisnası Karamani Mehmet Paşa olur. Bu kişi haricinde ve Çandarlı'dan sonra Fatih'in bütün sadrazamları gayrimüslim kökenlidir. Aslında Fatih, sadece sadrazamlarını değil, devletin bütün bürokrasisini de yine kulları arasından seçmiştir.  

Yapılan ve yapılacak savaşlar maddi imkan gerektirir. Fatih de iktidarı babasından alır almaz yaptığı işlerden ilki harcamaları denetlemek olmuştur. Bu sayede giderlerin üçte bir oranında israf edildiğini bulmuş ve bunları hazineye aktarmıştır. Ancak savaşlar çok maliyetlidir ve kaynak olarak bulunan yöntemlerden birisi de paradaki altın ve gümüş miktarının düşürülmesidir. Fatih zamanında tam 5 kez bu uygulamaya gidilerek devlete ve askeri harcamalara kaynak aktarılmaya çalışılır. Bunun yanında diğer bir maliye yönetimi de aynı zamanda toprak reformu denilecek devletleştirmelerdir. Buna göre Fatih, belge ve durumlarını araştırarak bazı esaslara göre (örneğin binası yıkılmış yerler gibi) ulemanın ve şeyhlerin ve bazı eski Türk ailelerinin ellerindeki  mülkleri devletleştirmiştir. Bu sayının 20 bin köy ve mezraya kadar ulaştığı iddia edilir. Bu toprakları tımarlı sipahi sistemine aktararak asker sayısını artırmayı amaçlamıştır. Ancak bu uygulamalar, ellerinden varlıkları alınanların hoşnutsuzluklarına neden olmuş ve bu kişiler de babası ile arası açık olduğu bilinen 2. Beyazıd etrafında Amasya'da toplanmaya başlamışlardır. Sonrasında 2. Beyazıd  başa geçince de babasının bu reformunu iptal ederek bu toprakları eski sahiplerine iade etmiştir. Zaten 2. Beyazıt bir çok konuda babasından ayrı şekilde hareket etmiştir.

Fatih kendisinin de söylediği gibi kendinden önceki ve sonraki padişahlara benzememiştir. Ömrünün son yıllarında Venedik ile barış anlaşması yapıldıktan sonra, onlardan kendisine iyi bir ressam göndermelerini ister. Venedikliler de o dönem bildikleri en iyi ressam olan Gentil Bellini'yi görevlendirirler. Bellini, 1479 yılı sonlarına doğru  Konstantiniye'ye gelir. Burada yaklaşık 1 yıl kadar kalır. Bu sürede Fatih'in o önemli resmini yapar. Bunun haricinde de resimler yapmış, hatta Fatih ondan sarayın duvarlarını da süsleyecek resimler yapmasını istemiştir. Bu resimler ne yazık ki sonrasında başa geçen oğlu 2. Beyazıt tarafından söktürülmüş, kimisi de pazarlarda satılmıştır. 2. Beyazıd'ın bunları müstehcen ve dindışı bulduğu için saraydan attırdığı belirtilir. Bellini'nin yaptığı aşağıda görülen Fatih'in portresi de şu an işte bu nedenle bizde değil, saraydan atıldıktan sonra bir şekilde el değiştirmiş ve halen Londra'da bir müzede sergilenmektedir.

Fatih, askeri açıdan hedefleri büyük olduğu için ömrü boyuca - belki de kendi içinde Büyük İskender ile yarışırcasına- o savaştan diğerine koşmuş, ordunun hazır olduğu ve sağlığının izin verdiği tüm zamanlarda sefere çıkmıştır.

Bilinen en büyük hedeflerinden birisi de asıl Roma'yı yani İtalya'yı fethetmektir. Bu amaçla 1480 yılında Gedik Ahmet Paşa Komutasındaki bir kuvvet çizme diye tabir edilen ükenin topuğunda yer alan Otronto Kalesini fetheder. Takviye kuvvetler ile sonra buradan daha ileri gitmek de mümkün olabilecektir. Derken sefere devam etmek için o yıl kışın geçmesi beklenir.

1481 yılı baharında Fatih ordusunu hazırlatır ve Üsküdar kıyılarına geçer. Tarihçiler bu seferin nereye yapıldığını kimseye söylemediğinden bahseder. İhtimaller biri güneye inerek ve donanmayı da alarak İtalya seferine devam edeceği, bir diğer ihtimal artık rekabetin ötesinde sorunlar yaşamaya başladığı Memluklar üzerine yürüyeceğidir. Ama anılan bir başka ihtimal de kendisine muhalif olanları çevresine toplayan ve arasının da açık olduğu bilinen  Amasya'daki oğlu Şehzade Beyazıt üzerine yürümeyi planladığıdır.

Kendisini hasta hissettiğinde sefere çıkmayan padişahın bu seferin başında da iyi olduğu düşünülür. 25 Nisan'da sefer için Üsküdar'a geçen Fatih birden bire rahatsızlanır. Gebze'de ki Hünkar Çayırı denilen yerde kamp kurulur. Hekimleri müdahale ederler ama kurtaramazlar. Fatih, sadece bir kaç gün içinde, 3 Mayıs 1481 de, 49 yaşında iken ölür.

Bu ani ölümü, kimisi padişahın uzun süredir çektiği gut hastalığına bağlarken kimisi de seferin hedefinde olan yerler ile bağlantılı zehirlenme temelli bir cinayetten söz ederler. Gerçek nedeni ne olursa olsun, Konstantiniyye'yi ele geçirdikten sonra kendisini artık Keyser-i Rum (Roma İmparatoru) olarak gören, Batılıların Grand Turco (Büyük Türk) ve kendi halkının da Fatih olarak andıkları bu kişinin ömrü sona ermiş, hikayesi ise gün geçtikçe daha fazla anılır olmuştur.

Günümüzde kendisine olumlu yada olumsuz olarak bir çok değerlendirme yapılsa da itiraz edilemeyecek bir şey var ise o da devraldığında geleceği belirsiz olan bir devleti, yapmış olduğu icraatlar ile kurumsallaşmış ve kökleşmiş bir şekilde imparatorluğa dönüştürdüğüdür. Ayrıca kendisi belki de tüm hanedanlık üyeleri arasında en ilerici kişiliktir. Devamındakiler onun kadar sanata ve ilme önem vererek sofuluktan uzak bir vizyonerliğe sahip olsa imparatorluk mirası olarak şu an nasıl bir kültür ve bilim hayatımız olurdu belirsiz. Tıpkı o olmasaydı nasıl bir tarihimizin olacağının belirsiz olduğu gibi.

                                                  SON


Resim: Fatih'in Gentil Bellini'ye yaptırdığı portre

Müzik önerisi: Can Atilla - Mum Işığından Hayaller

                                               


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokular

Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam- 2. Bölüm (2. Yazı)

Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi 1. Bölüm ( 3. Yazı)