EŞREF BİTLİS - BİR ORGENARALİN SIR ÖLÜMÜ

1992 yılının sonları idi. O zamanlar kuzenim Donanmanın, Gölcük'teki üssünde görev yapıyordu. Ben de İstanbul'da üniversitede okurken, fırsat buldukça onu ziyarete giderdim.

Bir akşam oturmuştuk. Keyifsizdi. Sebebi ise belli idi. Birkaç gün önce Akdeniz'de yapılan bir NATO tatbikatı sırasında Donanmaya ait ''Muavenet'' isimli gemimiz, Amerikan uçak gemisi tarafından vurulmuş ve kuzenimin de tanıdığı bazı askerler ölmüştü.

''Kaza diyorlar ama böyle bir kaza olamaz!'' demişti. Nedenini bilemese de gemimizin  bilinçli bir şekilde vurulduğundan emindi. Olayda ateşlenen füzeler 6 aşamalı bir kontrol sürecine tabii olmasına karşın ''her nasıl oldu ise'' bizim kaptan köşkümüze isabet etmiş, patlamada gemi komutanı dahil 5 kişi şehit olmuş, 22 kişi ise yaralanmıştı.

                        

O zaman ne bu olayın nedenini tam anlamıştık ne de bir sonraki yıl ülkenin gündemi ve gidişatını değiştirecek gelişmeleri tahmin edebilmiştik.

1993 yılı malum, Türkiye için bir çok karanlık cinayet ve olayın gerçekleştiği bir yıldır. 

Olaylar silsilesi Ocak 93'teki Uğur Mumcu cinayeti ile başlar. Şubat ayında tarihte ilk kez bir kuvvet komutanı ''kaza denilen!'' bir olayda görevi başında iken ölür. Nisan ayında bu kez Atatürk'ten sonra ilk kez bir cumhurbaşkanı görev süresi bitmeden kalp krizi teşhisi ile hayatını kaybeder. Görevde iken ülkenin en çalışkan ve en namuslu bakanlarından birisi olduğu belirtilen ve o günlerde de cumhurbaşkanı danışmanı olan Adnan Kahveci, yine şüpheli bir araba kazasında yaşamını yitirir. 

Kamuya yansıyan ve bugün de hatırlananlar belki sadece bu isimlerdir ama aslında o yıl başka garip ölümlerde olur. Hepsinin ise ortak bir noktası vardır.  Kürt Meselesi !

Uğur Mumcu, o zamanlar ''Kürt Dosyası'' isminde bir kitap yazmaktadır. Kitap ne yazık ki tamamlanamamıştır. Ama yazıldığı kadarını bile okuduğunuzda, bölgede yaşanılanların  işin sadece basit bir demokratik talep ve hak mücadelesi olmadığı görülür. 

Dönemin Cumhurbaşkanı Özal da bu işin sadece sertlik ve askeri çözümler ile olamayacağını, özellikle bölge halkının devletin yanında yer alması için başka adımların da atılması gerektiğini düşünen birisidir. Bu konuda ise en güvendiği kişiler arasında Adnan Kahveci ile Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis yer almaktadır. Özal, kendileri ile zaman zaman görüşerek onlardan raporlar alıp, konunun çözümünde izlenecek yollar hakkında fikir alışverişinde bulunmaktadır.

Eşref Bitlis 1990 Ağustos Askeri Şurasından itibaren Jandarma Genel Komutanlığını yürütmektedir. TSK'da üst düzey görev yapan bir çok kişinin aksine Amerikan ekolünden değil, askeri eğitimini Almanya'da almış birisidir. 1. Körfez Savaşı'na da şahit olmuş ve peşinden oluşan uluslararası konjonktürün ülkeyi nasıl etkileyeceğini ve muhtemel diğer tehditlerin neler olabileceğini öngörmeye ve bunlara engel olmaya çalışan bir kişidir.

Bitlis'e göre bu tehditlerin başında ''Çekiç Güç'' denilen ülkemizde konuşlu, görünürde uluslararası olan ama aslen Amerika'nın kontrolündeki askeri güç vardır. Yaptığı çalışmalarda bu gücün ülkenin mücadele ettiği terör örgütü olan PKK'ya lojistik destek sağladığını tespit etmiştir. Bu birliğin ülkeyi terk etmesi gerektiğini, bölgede ki silahlı çatışmaya varan anlaşmazlıkların yine bölge ülkeleri içinde kurulacak diyalog ile çözülmesi gerektiğini düşünmektedir. 

Bu amaçla Irak Lideri Saddam Hüseyin ile de görüşerek, Kuzey Irak'taki  2 Kürt Lider, ''Barzani ve Talabani'' ile anlaşma yollarını sağlamaya çalışmaktadır. Bunda da konuyu aslen belli bir noktaya getirmiş, Kuzey Irak bölgesine de dönem dönem giderek oradaki Kürt liderler ile beraber PKK'yı yalnızlaştırmayı ve böylece tarihte ilk defa düzenlenecek olan sınır ötesi harekatı da gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.

Bunlardan birisinde, helikopter ile Kuzey Irak'taki ''Selahaddin'' kentine gitmek üzere havada iken ve uçuş bilgileri gerek TSK gerekse diğer ülke makamlarına da iletilmiş iken, Bitlis'in helikopteri 2 adet F-15 uçağı tarafından alttan ve üstten yapılan dalışlar ile havada taciz edilmiş, motorları oksijensiz kalan helikopter, pilotlarının ustalıkları sayesinde düşmekten son anda kurtulmuştur.

Olay 17 Aralık 92 tarihinde, yani sınır ötesi harekatı engelleme gayesi olduğu düşünülen Muavenet Gemimizin vurulmasından 10 hafta kadar sonra,  Bitlis'in vefat ettiği kazadan ise sadece 2 ay önce olmuştur. 

Bitlis, yaşananların ne anlama geldiğini bilmekte ve kendisi ile ilgili olabilecekleri de aslında göze almaktadır. Sadece ailesini hazırlaması gerektiğini düşünecek olacak ki, yaptığı iş ve görev sorunlarını kariyeri boyunca hiç eve getirmemiş olmasına karşın hayatında ilk kez, yaşadığı helikopter olayını sanki bir hava muhalefeti olmuş ve son anda kurtulmuşlar gibi eşine anlatmıştır. Muhtemelen olası kötü sonlara karşı en azından eşini duygusal olarak hazırlama hedefindedir sanki. 

Bu olaydan tam 2 ay sonra. 17 Şubat 93, Çarşamba sabahı...

Ankara güne hafif karlı başlamış, ancak öğleye doğru hava tekrar ısınmaktadır. Jandarma Komutanını Diyarbakır'a götürecek ''Beechcraft Süper King Air B200'' tipi uçakta görevli olan pilotlar uçuş güvenlik kontrolleri sonrasında Komutanı da alarak saat 12:19 de Ankara, Etimesgut'ta bulunan havalimanından kalkış yapar. Ancak bir kaç dakika sonra pilotlar motorda bir gariplik olduğunu görerek kuleden tekrar iniş izni isterler.  Ne yazık ki uçak halen havada iken pilotlardan bir daha haber alınamaz. Yenimahalle ilçesinde bulunan PTT Ana Binasının yakınına düşen uçağın o olduğu anlaşılır. Kurtulan olmamıştır. Olaydan bir kaç saat sonra başta Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş olmak üzere TSK'nın ve Devletin üst kademesi nerede ise tümü ile oradadır. 

          


Uçakta kimlerin olduğu artık öğrenilmiş ve nasıl olup da uçağın düştüğü konusu ise herkesin zihnindeki asıl soru olarak durmaktadır. Meraklı zihinlere ilk cevap Genelkurmay Başkanından gelir. ''Uçak buzlanma sonucu düşmüştür!!!'' 

Bilinmezlikten rahatsız olan ve hemen bir cevap duymak isteyen zihinler biraz rahatlar. 

Ama ortada daha hiç bir inceleme, sorumlu olabilecek kişilere yönelik bir soruşturma, görgü tanıkları ve olaya bir şekilde müdahil olan kimse ile irtibat kurulmadan yapılan bu açıklama, dikkatli zihinler için yıllarca akıllarından çıkaramayacakları sorgulamaların başlamasına yol açar. 

Önce TSK içinde sonra başka kurumlarca inceleme ve bilirkişi raporları düzenlenir. Gariptir ki tümü de nerede ise birbirinden farklı sonuçlar içerir. İlk raporlarında buzlanma ihtimaline yer vermeyen TSK raporları daha sonra değişir. Üzerine pilotların kusurlu davranmış olabilecekleri de eklenir. Üniversite hocalarının hazırlamış oldukları bilirkişi raporlarında ise buzlanmanın ihtimal dışı olduğunu belirten bilgiler vardır. Raporlardaki çelişkiler herkesin kafasını karıştırır. Ancak olayın TSK içerisinde olması nedeni ile kimse daha ötesini ne sorgulama imkanına sahiptir ne de  niyetine.

Bir kişi hariç!. Vefat eden yardımcı pilotun kız kardeşi olan Saime Sezginler!..

Kendisi de Ankara'da yaşayan Saime Hanım, kaza sonrasında gerek medyanın gerekse de yetkililerin dile getirdiği pilotaj hatası ihtimali canını sıkar. Becerilerinden emin olduğu kardeşinin bu şekilde anılmasından rahatsız olur. Askerlik görevi içerisinde de başarılı göründüğünü düşündüğü kardeşinin itibarını korunmak ve gerçeğe de ulaşmak adına yasal yollardan mücadele etmeye karar verir. 

Öncelikle tabii iyi bir avukat gereklidir. Ancak görüştüğü kişiler karşılarındaki muhatabın TSK olacağı gerçeği nedeniyle bu davayı almak istemezler. En sonunda ise Avukat Nusret Senem'e  ulaşır. 

Nusret bey bu davayı tek şart ile alacağını söyler. Yapacakları mücadele çetin olacaktır ve karşılaşacakları zorluklar ne olursa olsun sonuna kadar gitmelidirler. Saime Hanımın da istediği budur zaten. İlerleyen zamanlarda her ikisi de zorluklar ile karşılaşmaya başlar. Hatta Avukat Nusret Bey böyle bir davayı almış olmanın bedelini sonraki yıllarda askere karşı kurulan kumpas davalarına adı bir şekilde dahil edilerek ödeyecektir!

Saime Hanım ve avukat Nusret Bey öncelikle TSK'ya karşı belgeleri almak için dava açar. Lakin belgelerin gizli olduğu gerekçesi ile bir sonuca ulaşamazlar. Daha sonra ise farklı bir yöntem izlemeye karar verirler. 

Uçağın havada faal olan araçlar için aslında normal sayılabilecek bir ısıda buzlanma nedeni ile düştüğü söylenmektedir. O halde hatalı ya da eksik bir şeyler vardır görünen. Bunun sorumlusu ise uçağı üreten şirkettir o zaman. Ve bir sonraki davayı uçak şirketine açarlar. Bundan sonrasında olayların seyri de  değişir. 

Öncelikle bu tipte uçak, Türkiye'de toplamda 4 adet bulunmakta olup TSK Envanterinede 1 yıl önce katılmıştır. Hatta bahse konu uçağı Amerika'dan getirenler de bizzat bu kazada vefat eden 2 pilottur. İzlanda üzerinde, eksi 60 derecedeki olumsuz hava koşullarında dahi bir sorun olmaksızın uçağı Türkiye'ye getirmişlerdir. Binbaşı Erian ile Yüzbaşı Sezgiler'in toplamda binlerce saati bulan uçuş tecrübesi ve bu uçakların gerek kullanımı ve gerekse de teslim alınması için görevlendirilmeleri de aslında onların liyakatlerine yönelik bir göstergedir.   

Yüzbaşı Sezginler'in kız kardeşi olan Saime Hanımı da yaralayan konu zaten budur. Medyada, özellikle Sabah gazetesinin liderlik ettiği pilotaj kusurundan bahsedilmektedir. Saime Hanım, gazetenin Haber Müdürü Ahmet Vardar'a yayınlanan haberlerdeki çelişkilere ilişkin 8 maddelik açıklanmasını ve aydınlatılmasını beklediği konuları içeren bir mektup gönderir. Ancak gazete yönetimi kendince kabahatlileri belirlemiş ve detaylı bir araştırmaya ise -mesleğin ruhuna ters bir şekilde- gerek görmemektedir.

Zaman ve olaylar ilerledikçe kazada akla bir çok soru gelir. Bazılarına değinmek gerekir ise;

- Olay günü belirtilen havalimanından 22 uçak kalkış yapmış ancak nasıl olup da sadece 1 tanesi buzlanma yaşamıştır.

- Kaza nedeninin buzlanma olduğu daha ilk saatler içerisinde nasıl tespit edilmiş ve kamuoyu ile paylaşılmıştır.

- Uçakların kutuplarda bile seyahat edebilecek şekilde ''Buz Önleyici'' ve ''Buz Çözücü'' olarak 2 ayrı sistemleri bulunmasına karşın, düşen uçakta bu sistemlerin devrede olmadığı kanaatine nasıl varılmıştır.

- Buzlanma yaşayan bir uçağın motorlarının yanma ihtimali olmamasına rağmen, uçak henüz yere düşmeden olayı gören vatandaşların kanat altında gözlemledikleri  alevlerin oluşumu neden araştırılmamıştır.

- Gelen 4 adet uçaktan neden sadece Org. Bitlis'in bindiği uçak sigortasızdır ve görev için neden bu uçağa yönlendirme yapılmıştır.

- Kaza İnceleme raporlarında, enkazda bazı motor parçalarının bulunamamış olduğu belirtilmiş ancak neden bu bulunamayan parçaların peşine düşülmemiştir.

- Olaydan bir gece önce uçağın bulunduğu hangarda nöbet tutan er, parolayı bilen ve daha önce hiç başına gelmeyen şekilde hangarda uçağın yanına giden astsubay kıyafetli bir kişinin olduğunu ilk ifadesinde belirtmiştir. Sonrasında bu şüpheli astsubayın eşkâl ve kimlik tespitini yapmak adına neden bu er ile yeniden görüşülüp detaylı bilgiler alınmamıştır. 

Oysa Devlet görünürde elinden geleni yapmaktadır. Hatta Hükümet ölen askeri personelin ailesine ''Örtülü Ödenekten'' ev sözü vermiş ve 1 kişi hariç yerine de getirmiştir. Kendilerine bu yardımın yapılmadığı aile ise her nedense konunun aydınlatılması için uğraşan Pilot Sezginler'in ailesidir. Aile, maddi beklentiden ziyade yapılan bu ayrımcılığı da sonrasında ayrıca mahkemeye taşır. Birileri sanki hak etiklerini düşündükleri kişilere sus payları verirken, konuyu çözmeye çalışanları ise cezalandırmaktadır! 

Örneğin o gece hangarda nöbet tutan eri, herhangi bir kamu kurumu ya da görevlisi ilk ifadesi sonrasında daha detaylı bir inceleme yapmak için çağırmamış, ancak yıllar sonra 32. Gün Programında muhabir olan Cüneyt Özdemir bu ifadeyi okuduktan sonra terhis olan eri Bursa'da bulmuş ve yaşadığı o geceyi anlattırmıştır. Erin kendisi de kimsenin daha önce onunla görüşmemiş olmasını garipsediğini bu röportajda belirtir.

Askerlik mesleğini içeriden bilenlere göre normalde böyle bir olayın vuku bulduğu birliğin en tepesindeki isim dolaylı da olsa bu durumlardan etkilenir ve kariyeri de beklenenden erken biter. Oysa uçağın bulunduğu Kara Kuvvetleri Hava Birliğinin o dönemki komutanı, savunduğu buzlanma ve pilotaj iddiaları sonrasında adeta ödüllendirilerek kariyerinde yükselmeye devam eder.  

Ama Eşref Bitlis'in çalışma ekibinde yer alan silah arkadaşları bu kadar şanslı değildir.

Bunlardan birisi Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'dır. Terör eylemlerinin olduğu bölgelerde yöre halkına yakın davranış içerisinde bulunan ve terörle mücadelede devletin yasadışı şiddet eylemlerini tasvip etmeyen ve konunun çözümü için Org. Bitlis ile beraber çalışan Aydın, 22 Ekim 93 tarihinde Lice Bölge Komutanlığı binası önünde uzun namlulu silah ile suikaste kurban gider.

Yine Bitlis'in yardımcılarından olan ve komutanın yöre ziyaretinin hazırlıkları için düşen uçaktan 2 gün önce bölgeye gitmiş olan Albay Kazım Çillioğlu, Tunceli'de kaldığı lojmanda adına intihar denilen bir şekilde ölü bulunur. Çillioğlu'nun her yıl orucunu tutan ve dolayısı ile inancı gereği intihara karşı olduğu tahmin edilen birisi olmasına rağmen neden böyle bir şey yapmış olabileceği konusu cevaplanmayan sorulardan sadece bir tanesidir.

JİTEM üyesi olduğu belirtilen ancak Eşref Bitlis'in ölümünden sonra askerlik mesleğinden istifa kararı alan Cem Ersever, 4 Kasım 93'de Ankara, Elmadağ'da elleri arkadan bağlanmış ve infaz edilmiş şekilde ölü bulunur. 

Herkes bu kadar şansız değildir elbet. Tarihinde ilk kez Orgeneralinin ölümüne şahit olan Genelkurmay Başkanı, yapmış olduğu çalışmalar birilerinin hoşuna gitmiş olacak ki görev süresi 93 yılında 1 yıl daha uzatılarak TSK'nın en yüksek mevkiinde kalmaya devam eder. 

Bu da yetmez! Emekli olduktan sonra beraber uyumlu çalıştıkları kişinin partisinden 95 yılında -sanki bir dokunulmazlık zırhı almak adına- milletvekili seçilir. Hatta milletvekilliği görevine 2002 yılına kadar da devam eder. Görevi sonrasında da Bitlis'in ölümünde ki suikast ihtimalinin sorulduğu zamanlar kendisinin verdiği cevap ''Yok olamaz, mantığım almıyor'' şeklinde olur. 5 yıl boyunca NATO'nun en büyük 2. ordusu olan TSK'ya komuta eden,  üzerine 7 yıl boyunca milletvekilliği yapmış bir kişinin tüm ülkenin yıllar boyunca zihnini meşgul eden olayda vardığı sonuç bu kadardır!!!

Aradan yıllar geçer. Hayat bir taraftan devam eder. Eşref Bitlis'in oğlu olan ve yaşananların bir kaza olmadığına inanan Tarık Bitlis, yıllar sonra tedavi amaçlı olarak Amerika'ya gitmesi gerekecektir. Tabii bunun için de vize alması.

Eski bir asker çocuğu olması nedeni ile Jandarma'yı arar ve elçilik için randevu konusunda yardım talep eder. Sonrasında görüşme günü belirlenir. Oğul Bitlis hazırlamış olduğu evraklar ile elçiliğe gider. Sırası geldiğinde onu bir bekleme odasına alırlar. Amerikan ordusunda görevli olduğunu gösteren üniformaları ile bir albay odaya girer. Kendisinden sadece pasaportunu alır, beklerken içmesi için bir kahve verir. Ancak bir kaç dakika sonra henüz kahvesini bile bitirmeden Albay elinde pasaportu ile geri gelir. Tarık Bey şaşırır. Evrakları da henüz vermediğinden vize için ilave gereken şeyler olduğunu düşünür. Ancak yanılır. Hiç bir evraka gerek duymadan vizesi o kahve molası arasında onaylanmış bir şekilde kendisine verilmektedir!

Oğul Bitlis pasaportu alır. Elçilik bahçesine çıkar. Artık iyice anlamıştır. Olay bir kaza değil, suikasttır ve failleri de kendisine ''Kan Parası'' olarak bu vizeyi vermektedir. Midesi bulanır, içtiği kahveyi yeniden elçilik bahçesine kusar!

Bir çok vatandaş gibi benimde aklımda Eşref Paşanın bu ölümü yıllar yılı yer etmiştir. Bazı arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetlerde de konusu geçmiştir.

Bir gün yeni tanıştığım bir arkadaş ise bu konu açıldığında kendi şahit olduğu başka bir olayı dile getirmişti.

Liseden sınıf arkadaşının babası askerdi ve tesadüf bu ya Bitlis'in kazası sonrası araştırmayı da yapan askeri ekipte idi. Babası kızına ''Bu olay kesinlikle buzlanma, başka bir neden yok'' demişti. O da sözüne güven duyduğu babasının bu görüşünü arkadaşları ile paylaşmıştı. Aslında o arkadaş Ankara'da iyi bir okulu bitirmesine rağmen düzenlenen üniversite sınavını kazanamamış ve Kıbrıs'taki bir okulda paralı eğitim görmek durumunda kalmıştı. Yani dönem arkadaşlarına göre bir yerde kariyerine de biraz geriden başlayacak gibi görünüyordu. Ama mezun olduğunda ise işler değişmişti. Kıbrıs'ta üniversiteyi bitiren ve arkadaşlarının iş bulmak konusunda zorlanacağını düşündükleri kişi yurtdışında bir şirketten çalışma teklifi almıştı. Herkesi daha da hayrete düşüren şey ise arkadaşın çalışmaya başladığı o şirketti.

Çünkü şirket bir Amerikan firması olan ve aslen helikopter üreten Belçika'da yerleşik ''Bell'' şirketiydi!!!

Org. Bitlis'in arkadaşları ya da yaşanılanların bir kaza olmadığını düşünenlerin başları derde girerken, konuyu buzlanma argümanı ile soğutanların hayatları devam etmekteydi.




........................................................................................................................................................


NOTLAR:

Not 1: ABD Yönetimi resmen hiçbir zaman kabul etmese de Pentagon ve bağlı istihbarat kurumlarına, müttefik ülke silahlı kuvvetleri içinde operasyon yapma yetkisinin tanındığı belirtilen "FM-30-31 'e EK: B, Kararlılık Operasyonları/İstihbarat Özel Ajanlar" adlı bir yönergesinin 18 Mart 1970 tarihinden itibaren yürürlükte olduğu belirtilmektedir.

Not 2 : 24 Mayıs 93 te PKK Elâzığ-Bingöl Karayolunda birliklerine gitmek için silahsız şekilde yolcu otobüsündeki 36 eri kaçırarak kurşuna dizer. 33 er ölür, 3'ü ağır yaralanır. Aynı yıl 5 Temmuz'da bu sefer Erzincan-Başbağlar Köyüne baskın yapar. 57 evi ateşe verir ve 33 vatandaşımızı kurşuna dizer. 

Not 3: PKK'nın artan eylemleri sonucu Eşref Paşanın hedeflediğinin aksine Devlet güvenlik algısı da sertleşmeye bağlamış ve 1995 yılına kadar 3 bin mezra boşaltılarak toplamında 300 bin kişiden fazla vatandaşımız göç etmek zorunda kalmıştır. Tıpkı 2015 Haziran seçimleri sonrasında ki gibi PKK'nın kamu gücünü sertleşme konusunda zorlamasıyla bu coğrafyada yaşayan kimsenin kazanmadığı bir süreç başlamıştır.  https://www.bbc.com/turkce/90lar Güneydoğu

Not 4: Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi 2017 yılında bağımsızlık için halkoylaması düzenlemiş ve referandumdan % 92 ile (2.8 mio kişi) evet oyu çıkmıştır. Ancak başta ABD olmak üzere bölge hakkında yönlendirme yapabilecek ülkeler - muhtemelen tüm şartların olgunlaşmadığı gerekçesi ile- bağımsızlık kararının henüz erken olduğunu belirtmiş ve yeni bir devletin ilanı şimdilik askıya alınmıştır. www.Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Referandum /2017_

Not 5: PKK ile yapılan mücadelede bugüne kadar 8 bin den fazla güvenlik personeli, yaklaşık 6 bin sivil ve 80 bine yakın militanın öldüğü tahmin edilmektedir. www.PKK ile Silahlı Mücadele.

Not 6: Dünya havacılığında 1993 yılı 299 adet kaza ile 1990 dan beri en fazla uçak kazasının olduğu yıl olmuştur www.Dünyada Uçak Kazası İstatistikleri, Bu uçaklardan 5 adedi ise Orgeneral Bitlis'i de taşıyan ile aynı tiptir. Ancak Bitlis'İn uçağı haricinde hiçbirisinin düşme nedeni buzlanma olmamıştır. Ayrıca bu kazalardan hiçbirisi uçağın üretim ülkesi olan ABD ya da Avrupa'da gerçekleşmemiştir. www.1993 Yılında Düşen Beechcraft 200 Super King Air Tipi Uçaklar

Not 7: Orgeneral Bitlis'in ölümü ile ilgili ilave detayları merak edenler ekteki kitapları okuyabilirler.  




























Yorumlar

  1. Kalemine saglik...

    YanıtlaSil
  2. Ruhumuzın o zamanlardaki sıkışmışlığını tekrar hissettiren, değişmesi gerekip değişmeyenleri gösteren bir yazı olmuş. Tşk.

    YanıtlaSil
  3. Müthiş bir araştırma yazısı olmuş.. Evet hep Adnan Kahveci'nin, Turgut Özal'ın, Eşref Bitlis'in ölümleriyle ilgili kuşku duyulan yazılar olmuştu ancak sevgili Bekir, Saratoga'dan Muavenet gemimize yapılan saldırının, düşürülen Eşref Bitlis'in uçağın düşüş sebebinin kuşkuları artıracak derecede bir muammaya dönüşüşünü harika yorumlamış özetlemiş...Gerçekleri, gizemli yönleri de dile getiren vurgulayan roman tadında ama hüzünlü ve gerçek olayların içimizi burktuğu bir anlatım olmuş...Emeğine yüreğine sağlık..

    YanıtlaSil
  4. Bekir, Çok kapsamlı bir inceleme olmuş. Emeğine sağlık 👍

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Koku Alma Duyumuz ve Kokular

Fatih Sultan Mehmet- Mehmet'in Hikayesi Devam (2. Yazı)

Fatih Sultan Mehmet - Fatih'in Hikayesi ( 3. Yazı)