EŞREF BİTLİS - BİR ORGENARALİN SIR ÖLÜMÜ
1992 yılının sonları idi. O zamanlar kuzenim
Donanmanın, Gölcük'teki üssünde görev yapıyordu. Ben de İstanbul'da üniversitede
okurken, fırsat buldukça onu ziyarete giderdim.
Bir akşam oturmuştuk. Keyifsizdi. Sebebi ise
belli idi. Birkaç gün önce Akdeniz'de yapılan bir NATO tatbikatı sırasında
Donanmaya ait ''Muavenet'' isimli gemimiz, Amerikan uçak gemisi tarafından vurulmuş ve kuzenimin
de tanıdığı bazı askerler ölmüştü.
''Kaza diyorlar ama böyle bir kaza olamaz!'' demişti. Nedenini bilemese de gemimizin bilinçli bir şekilde vurulduğundan emindi. Olayda ateşlenen füzeler 6 aşamalı bir kontrol sürecine tabii olmasına karşın ''her nasıl oldu ise'' bizim kaptan köşkümüze isabet etmiş, patlamada gemi komutanı dahil 5 kişi şehit olmuş, 22 kişi ise yaralanmıştı.
O zaman ne bu olayın nedenini tam anlamıştık ne de bir sonraki yıl ülkenin gündemi ve gidişatını değiştirecek gelişmeleri tahmin edebilmiştik.
1993 yılı malum, Türkiye için
bir çok karanlık cinayet ve olayın gerçekleştiği bir yıldır.
Olaylar silsilesi Ocak 93'teki Uğur Mumcu
cinayeti ile başlar. Şubat ayında tarihte ilk kez bir kuvvet komutanı ''kaza
denilen!'' bir olayda görevi başında iken ölür. Nisan ayında bu kez Atatürk'ten
sonra ilk kez bir cumhurbaşkanı görev süresi bitmeden kalp krizi teşhisi ile hayatını kaybeder. Görevde iken ülkenin en çalışkan ve en namuslu
bakanlarından birisi olduğu belirtilen ve o günlerde de cumhurbaşkanı danışmanı olan Adnan Kahveci, yine şüpheli bir araba kazasında yaşamını yitirir.
Kamuya yansıyan ve bugün de hatırlananlar belki
sadece bu isimlerdir ama aslında o yıl başka garip ölümlerde olur. Hepsinin ise
ortak bir noktası vardır. Kürt Meselesi !
Uğur Mumcu, o zamanlar ''Kürt Dosyası''
isminde bir kitap yazmaktadır. Kitap ne yazık ki tamamlanamamıştır.
Ama yazıldığı kadarını bile okuduğunuzda, bölgede yaşanılanların işin
sadece basit bir demokratik talep ve hak mücadelesi olmadığı görülür.
Dönemin Cumhurbaşkanı Özal da bu işin sadece sertlik ve askeri çözümler ile olamayacağını, özellikle bölge halkının devletin yanında yer alması için başka adımların da atılması gerektiğini düşünen birisidir. Bu konuda ise en güvendiği kişiler arasında Adnan Kahveci ile Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis yer almaktadır. Özal, kendileri ile zaman zaman görüşerek onlardan raporlar alıp, konunun çözümünde izlenecek yollar hakkında fikir alışverişinde bulunmaktadır.
Eşref Bitlis 1990 Ağustos Askeri Şurasından itibaren Jandarma
Genel Komutanlığını yürütmektedir. TSK'da üst düzey görev yapan bir çok kişinin
aksine Amerikan ekolünden değil, askeri eğitimini Almanya'da almış birisidir.
1. Körfez Savaşı'na da şahit olmuş ve peşinden oluşan uluslararası konjonktürün
ülkeyi nasıl etkileyeceğini ve muhtemel diğer tehditlerin neler olabileceğini
öngörmeye ve bunlara engel olmaya çalışan bir kişidir.
Bitlis'e göre bu tehditlerin başında ''Çekiç Güç'' denilen ülkemizde konuşlu, görünürde uluslararası olan ama aslen Amerika'nın kontrolündeki askeri güç vardır. Yaptığı çalışmalarda bu gücün ülkenin mücadele ettiği terör örgütü olan PKK'ya lojistik destek sağladığını tespit etmiştir. Bu birliğin ülkeyi terk etmesi gerektiğini, bölgede ki silahlı çatışmaya varan anlaşmazlıkların yine bölge ülkeleri içinde kurulacak diyalog ile çözülmesi gerektiğini düşünmektedir.
Bu amaçla Irak Lideri Saddam Hüseyin ile de görüşerek, Kuzey Irak'taki 2 Kürt Lider, ''Barzani ve Talabani'' ile anlaşma yollarını sağlamaya çalışmaktadır. Bunda da konuyu aslen belli bir noktaya getirmiş, Kuzey Irak bölgesine de dönem dönem giderek oradaki Kürt liderler ile beraber PKK'yı yalnızlaştırmayı ve böylece tarihte ilk defa düzenlenecek olan sınır ötesi harekatı da gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.
Bunlardan birisinde, helikopter ile Kuzey
Irak'taki ''Selahaddin'' kentine gitmek üzere havada iken ve uçuş bilgileri gerek TSK gerekse diğer ülke makamlarına da iletilmiş iken, Bitlis'in helikopteri
2 adet F-15 uçağı tarafından alttan ve üstten yapılan dalışlar ile havada taciz
edilmiş, motorları oksijensiz kalan helikopter, pilotlarının ustalıkları
sayesinde düşmekten son anda kurtulmuştur.
Olay 17 Aralık 92 tarihinde, yani sınır ötesi
harekatı engelleme gayesi olduğu düşünülen Muavenet Gemimizin vurulmasından 10
hafta kadar sonra, Bitlis'in vefat ettiği kazadan ise sadece 2 ay
önce olmuştur.
Bitlis, yaşananların ne anlama geldiğini
bilmekte ve kendisi ile ilgili olabilecekleri de aslında göze almaktadır.
Sadece ailesini hazırlaması gerektiğini düşünecek olacak ki, yaptığı iş ve
görev sorunlarını kariyeri boyunca hiç eve getirmemiş olmasına karşın hayatında ilk
kez, yaşadığı helikopter olayını sanki bir hava muhalefeti olmuş ve son anda
kurtulmuşlar gibi eşine anlatmıştır. Muhtemelen olası kötü sonlara karşı en
azından eşini duygusal olarak hazırlama hedefindedir sanki.
Bu olaydan tam 2 ay sonra. 17 Şubat 93,
Çarşamba sabahı...
Ankara güne hafif karlı başlamış, ancak öğleye doğru hava tekrar ısınmaktadır. Jandarma Komutanını Diyarbakır'a götürecek ''Beechcraft Süper King Air B200'' tipi uçakta görevli olan pilotlar uçuş güvenlik kontrolleri sonrasında Komutanı da alarak saat 12:19 de Ankara, Etimesgut'ta bulunan havalimanından kalkış yapar. Ancak bir kaç dakika sonra pilotlar motorda bir gariplik olduğunu görerek kuleden tekrar iniş izni isterler. Ne yazık ki uçak halen havada iken pilotlardan bir daha haber alınamaz. Yenimahalle ilçesinde bulunan PTT Ana Binasının yakınına düşen uçağın o olduğu anlaşılır. Kurtulan olmamıştır. Olaydan bir kaç saat sonra başta Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş olmak üzere TSK'nın ve Devletin üst kademesi nerede ise tümü ile oradadır.
Uçakta kimlerin olduğu artık öğrenilmiş ve nasıl olup da uçağın düştüğü konusu ise herkesin zihnindeki asıl soru olarak durmaktadır. Meraklı zihinlere ilk cevap Genelkurmay Başkanından gelir. ''Uçak buzlanma sonucu düşmüştür!!!''
Bilinmezlikten rahatsız olan ve hemen bir cevap duymak isteyen zihinler biraz rahatlar.
Ama ortada daha hiç bir inceleme, sorumlu
olabilecek kişilere yönelik bir soruşturma, görgü tanıkları ve olaya bir
şekilde müdahil olan kimse ile irtibat kurulmadan yapılan bu açıklama,
dikkatli zihinler için yıllarca akıllarından çıkaramayacakları sorgulamaların
başlamasına yol açar.
Önce TSK içinde sonra başka kurumlarca inceleme
ve bilirkişi raporları düzenlenir. Gariptir ki tümü de nerede ise birbirinden
farklı sonuçlar içerir. İlk raporlarında buzlanma ihtimaline yer vermeyen TSK
raporları daha sonra değişir. Üzerine pilotların kusurlu davranmış olabilecekleri
de eklenir. Üniversite hocalarının hazırlamış oldukları bilirkişi raporlarında
ise buzlanmanın ihtimal dışı olduğunu belirten bilgiler vardır. Raporlardaki
çelişkiler herkesin kafasını karıştırır. Ancak olayın TSK içerisinde olması
nedeni ile kimse daha ötesini ne sorgulama imkanına sahiptir ne de
niyetine.
Bir kişi hariç!. Vefat eden yardımcı pilotun
kız kardeşi olan Saime Sezginler!..
Kendisi de Ankara'da yaşayan Saime Hanım, kaza sonrasında gerek medyanın gerekse de yetkililerin dile getirdiği pilotaj hatası ihtimali canını sıkar. Becerilerinden emin olduğu kardeşinin bu şekilde anılmasından rahatsız olur. Askerlik görevi içerisinde de başarılı göründüğünü düşündüğü kardeşinin itibarını korunmak ve gerçeğe de ulaşmak adına yasal yollardan mücadele etmeye karar verir.
Öncelikle tabii iyi bir avukat gereklidir.
Ancak görüştüğü kişiler karşılarındaki muhatabın TSK olacağı gerçeği nedeniyle bu
davayı almak istemezler. En sonunda ise Avukat Nusret Senem'e
ulaşır.
Nusret bey bu davayı tek şart ile alacağını
söyler. Yapacakları mücadele çetin olacaktır ve karşılaşacakları zorluklar ne
olursa olsun sonuna kadar gitmelidirler. Saime Hanımın da istediği budur zaten.
İlerleyen zamanlarda her ikisi de zorluklar ile karşılaşmaya başlar. Hatta
Avukat Nusret Bey böyle bir davayı almış olmanın bedelini sonraki yıllarda
askere karşı kurulan kumpas davalarına adı bir şekilde dahil edilerek ödeyecektir!
Saime Hanım ve avukat Nusret Bey öncelikle TSK'ya karşı belgeleri almak için dava açar. Lakin belgelerin gizli olduğu
gerekçesi ile bir sonuca ulaşamazlar. Daha sonra ise farklı bir yöntem izlemeye
karar verirler.
Uçağın havada faal olan araçlar için aslında normal
sayılabilecek bir ısıda buzlanma nedeni ile düştüğü söylenmektedir. O halde
hatalı ya da eksik bir şeyler vardır görünen. Bunun sorumlusu ise uçağı üreten
şirkettir o zaman. Ve bir sonraki davayı uçak şirketine açarlar. Bundan
sonrasında olayların seyri de değişir.
Öncelikle bu tipte uçak, Türkiye'de toplamda 4
adet bulunmakta olup TSK Envanterinede 1 yıl önce katılmıştır. Hatta bahse
konu uçağı Amerika'dan getirenler de bizzat bu kazada vefat eden 2 pilottur.
İzlanda üzerinde, eksi 60 derecedeki olumsuz hava koşullarında dahi bir
sorun olmaksızın uçağı Türkiye'ye getirmişlerdir. Binbaşı Erian ile
Yüzbaşı Sezgiler'in toplamda binlerce saati bulan uçuş tecrübesi ve bu
uçakların gerek kullanımı ve gerekse de teslim alınması için görevlendirilmeleri de aslında onların liyakatlerine yönelik bir göstergedir.
Yüzbaşı Sezginler'in kız kardeşi olan Saime Hanımı da yaralayan konu zaten budur. Medyada, özellikle Sabah gazetesinin
liderlik ettiği pilotaj kusurundan bahsedilmektedir. Saime Hanım, gazetenin Haber
Müdürü Ahmet Vardar'a yayınlanan haberlerdeki çelişkilere ilişkin 8 maddelik
açıklanmasını ve aydınlatılmasını beklediği konuları içeren bir mektup gönderir.
Ancak gazete yönetimi kendince kabahatlileri belirlemiş ve detaylı bir
araştırmaya ise -mesleğin ruhuna ters bir şekilde- gerek görmemektedir.
Zaman ve olaylar ilerledikçe kazada akla bir
çok soru gelir. Bazılarına değinmek gerekir ise;
- Olay günü belirtilen havalimanından 22 uçak
kalkış yapmış ancak nasıl olup da sadece 1 tanesi buzlanma yaşamıştır.
- Kaza nedeninin buzlanma olduğu daha ilk
saatler içerisinde nasıl tespit edilmiş ve kamuoyu ile paylaşılmıştır.
- Uçakların kutuplarda bile seyahat edebilecek şekilde ''Buz Önleyici'' ve ''Buz Çözücü'' olarak 2 ayrı sistemleri bulunmasına karşın, düşen uçakta bu sistemlerin devrede olmadığı kanaatine nasıl varılmıştır.
- Buzlanma yaşayan bir uçağın motorlarının yanma ihtimali olmamasına rağmen, uçak henüz yere düşmeden olayı gören vatandaşların kanat altında gözlemledikleri alevlerin oluşumu neden araştırılmamıştır.
- Gelen 4 adet uçaktan neden sadece Org.
Bitlis'in bindiği uçak sigortasızdır ve görev için neden bu uçağa yönlendirme
yapılmıştır.
- Kaza İnceleme raporlarında, enkazda bazı motor
parçalarının bulunamamış olduğu belirtilmiş ancak neden bu bulunamayan
parçaların peşine düşülmemiştir.
- Olaydan bir gece önce uçağın bulunduğu
hangarda nöbet tutan er, parolayı bilen ve daha önce hiç başına gelmeyen şekilde
hangarda uçağın yanına giden astsubay kıyafetli bir kişinin olduğunu ilk
ifadesinde belirtmiştir. Sonrasında bu şüpheli astsubayın eşkâl ve kimlik
tespitini yapmak adına neden bu er ile yeniden görüşülüp detaylı bilgiler
alınmamıştır.
Oysa Devlet görünürde elinden geleni yapmaktadır.
Hatta Hükümet ölen askeri personelin ailesine ''Örtülü Ödenekten'' ev sözü
vermiş ve 1 kişi hariç yerine de getirmiştir. Kendilerine bu yardımın
yapılmadığı aile ise her nedense konunun aydınlatılması için uğraşan Pilot
Sezginler'in ailesidir. Aile, maddi beklentiden ziyade yapılan bu ayrımcılığı
da sonrasında ayrıca mahkemeye taşır. Birileri sanki hak etiklerini
düşündükleri kişilere sus payları verirken, konuyu çözmeye çalışanları ise
cezalandırmaktadır!
Örneğin o gece hangarda nöbet tutan eri,
herhangi bir kamu kurumu ya da görevlisi ilk ifadesi sonrasında daha detaylı bir
inceleme yapmak için çağırmamış, ancak yıllar sonra 32. Gün Programında muhabir
olan Cüneyt Özdemir bu ifadeyi okuduktan sonra terhis olan eri Bursa'da bulmuş
ve yaşadığı o geceyi anlattırmıştır. Erin kendisi de kimsenin daha önce
onunla görüşmemiş olmasını garipsediğini bu röportajda belirtir.
Askerlik mesleğini içeriden bilenlere göre normalde böyle
bir olayın vuku bulduğu birliğin en tepesindeki isim dolaylı da olsa bu
durumlardan etkilenir ve kariyeri de beklenenden erken biter. Oysa uçağın bulunduğu
Kara Kuvvetleri Hava Birliğinin o dönemki komutanı, savunduğu buzlanma ve
pilotaj iddiaları sonrasında adeta ödüllendirilerek kariyerinde yükselmeye
devam eder.
Ama Eşref Bitlis'in çalışma ekibinde yer alan
silah arkadaşları bu kadar şanslı değildir.
Bunlardan birisi Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'dır. Terör eylemlerinin olduğu bölgelerde yöre halkına yakın davranış içerisinde bulunan ve terörle mücadelede devletin yasadışı şiddet eylemlerini tasvip etmeyen ve konunun çözümü için Org. Bitlis
ile beraber çalışan Aydın, 22 Ekim 93 tarihinde Lice Bölge Komutanlığı binası
önünde uzun namlulu silah ile suikaste kurban gider.
Yine Bitlis'in yardımcılarından olan ve
komutanın yöre ziyaretinin hazırlıkları için düşen uçaktan 2 gün
önce bölgeye gitmiş olan Albay Kazım Çillioğlu, Tunceli'de kaldığı
lojmanda adına intihar denilen bir şekilde ölü bulunur. Çillioğlu'nun her yıl
orucunu tutan ve dolayısı ile inancı gereği intihara karşı olduğu tahmin edilen birisi olmasına rağmen neden böyle bir şey yapmış olabileceği konusu cevaplanmayan sorulardan
sadece bir tanesidir.
JİTEM üyesi olduğu belirtilen ancak Eşref
Bitlis'in ölümünden sonra askerlik mesleğinden istifa kararı alan Cem Ersever, 4
Kasım 93'de Ankara, Elmadağ'da elleri arkadan bağlanmış ve infaz edilmiş
şekilde ölü bulunur.
Herkes bu kadar şansız değildir elbet.
Tarihinde ilk kez Orgeneralinin ölümüne şahit olan Genelkurmay Başkanı,
yapmış olduğu çalışmalar birilerinin hoşuna gitmiş olacak ki görev süresi 93
yılında 1 yıl daha uzatılarak TSK'nın en yüksek mevkiinde kalmaya devam
eder.
Bu da yetmez! Emekli olduktan sonra beraber
uyumlu çalıştıkları kişinin partisinden 95 yılında -sanki bir dokunulmazlık zırhı almak adına- milletvekili seçilir. Hatta
milletvekilliği görevine 2002 yılına kadar da devam eder. Görevi sonrasında da
Bitlis'in ölümünde ki suikast ihtimalinin sorulduğu zamanlar kendisinin verdiği
cevap ''Yok olamaz, mantığım almıyor'' şeklinde olur. 5 yıl boyunca NATO'nun en büyük 2. ordusu olan TSK'ya komuta eden, üzerine 7 yıl boyunca
milletvekilliği yapmış bir kişinin tüm ülkenin yıllar boyunca zihnini meşgul
eden olayda vardığı sonuç bu kadardır!!!
Aradan yıllar geçer. Hayat bir taraftan devam
eder. Eşref Bitlis'in oğlu olan ve yaşananların bir kaza olmadığına
inanan Tarık Bitlis, yıllar sonra tedavi amaçlı olarak Amerika'ya gitmesi
gerekecektir. Tabii bunun için de vize alması.
Eski bir asker çocuğu olması nedeni ile
Jandarma'yı arar ve elçilik için randevu konusunda yardım talep eder.
Sonrasında görüşme günü belirlenir. Oğul Bitlis hazırlamış olduğu evraklar ile
elçiliğe gider. Sırası geldiğinde onu bir bekleme odasına alırlar. Amerikan ordusunda
görevli olduğunu gösteren üniformaları ile bir albay odaya girer. Kendisinden
sadece pasaportunu alır, beklerken içmesi için bir kahve verir. Ancak bir kaç
dakika sonra henüz kahvesini bile bitirmeden Albay elinde pasaportu ile geri
gelir. Tarık Bey şaşırır. Evrakları da henüz vermediğinden vize için ilave
gereken şeyler olduğunu düşünür. Ancak yanılır. Hiç bir evraka gerek duymadan
vizesi o kahve molası arasında onaylanmış bir şekilde kendisine verilmektedir!
Oğul Bitlis pasaportu alır. Elçilik bahçesine
çıkar. Artık iyice anlamıştır. Olay bir kaza değil, suikasttır ve failleri de
kendisine ''Kan Parası'' olarak bu vizeyi vermektedir. Midesi bulanır, içtiği
kahveyi yeniden elçilik bahçesine kusar!
Bir çok vatandaş gibi benimde aklımda Eşref Paşanın bu ölümü yıllar
yılı yer etmiştir. Bazı arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetlerde de konusu
geçmiştir.
Bir gün yeni tanıştığım bir arkadaş ise bu konu
açıldığında kendi şahit olduğu başka bir olayı dile getirmişti.
Liseden sınıf arkadaşının babası askerdi ve
tesadüf bu ya Bitlis'in kazası sonrası araştırmayı da yapan askeri ekipte idi.
Babası kızına ''Bu olay kesinlikle buzlanma, başka bir neden yok'' demişti. O
da sözüne güven duyduğu babasının bu görüşünü arkadaşları ile paylaşmıştı.
Aslında o arkadaş Ankara'da iyi bir okulu bitirmesine rağmen düzenlenen
üniversite sınavını kazanamamış ve Kıbrıs'taki bir okulda paralı eğitim görmek
durumunda kalmıştı. Yani dönem arkadaşlarına göre bir yerde kariyerine de biraz
geriden başlayacak gibi görünüyordu. Ama mezun olduğunda ise işler
değişmişti. Kıbrıs'ta üniversiteyi bitiren ve arkadaşlarının iş bulmak
konusunda zorlanacağını düşündükleri kişi yurtdışında bir şirketten çalışma
teklifi almıştı. Herkesi daha da hayrete düşüren şey ise arkadaşın çalışmaya
başladığı o şirketti.
Çünkü şirket bir Amerikan firması olan ve aslen
helikopter üreten Belçika'da yerleşik ''Bell'' şirketiydi!!!
Org. Bitlis'in arkadaşları ya da yaşanılanların
bir kaza olmadığını düşünenlerin başları derde girerken, konuyu buzlanma
argümanı ile soğutanların hayatları devam etmekteydi.
........................................................................................................................................................
NOTLAR:
Not 1: ABD Yönetimi resmen hiçbir zaman kabul etmese de Pentagon ve bağlı istihbarat kurumlarına, müttefik ülke silahlı kuvvetleri içinde operasyon yapma yetkisinin tanındığı belirtilen "FM-30-31 'e EK: B, Kararlılık Operasyonları/İstihbarat Özel Ajanlar" adlı bir yönergesinin 18 Mart 1970 tarihinden itibaren yürürlükte olduğu belirtilmektedir.
Not 2 : 24 Mayıs 93 te PKK Elâzığ-Bingöl Karayolunda birliklerine gitmek için silahsız şekilde yolcu otobüsündeki 36 eri kaçırarak kurşuna dizer. 33 er ölür, 3'ü ağır yaralanır. Aynı yıl 5 Temmuz'da bu sefer Erzincan-Başbağlar Köyüne baskın yapar. 57 evi ateşe verir ve 33 vatandaşımızı kurşuna dizer.
Not 3: PKK'nın artan eylemleri sonucu Eşref Paşanın hedeflediğinin aksine Devlet güvenlik algısı da sertleşmeye bağlamış ve 1995 yılına kadar 3 bin mezra boşaltılarak toplamında 300 bin kişiden fazla vatandaşımız göç etmek zorunda kalmıştır. Tıpkı 2015 Haziran seçimleri sonrasında ki gibi PKK'nın kamu gücünü sertleşme konusunda zorlamasıyla bu coğrafyada yaşayan kimsenin kazanmadığı bir süreç başlamıştır. https://www.bbc.com/turkce/90lar Güneydoğu
Not 4: Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi 2017 yılında bağımsızlık için halkoylaması düzenlemiş ve referandumdan % 92 ile (2.8 mio kişi) evet oyu çıkmıştır. Ancak başta ABD olmak üzere bölge hakkında yönlendirme yapabilecek ülkeler - muhtemelen tüm şartların olgunlaşmadığı gerekçesi ile- bağımsızlık kararının henüz erken olduğunu belirtmiş ve yeni bir devletin ilanı şimdilik askıya alınmıştır. www.Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Referandum /2017_
Not 5: PKK ile yapılan mücadelede bugüne kadar 8 bin den fazla güvenlik personeli, yaklaşık 6 bin sivil ve 80 bine yakın militanın öldüğü tahmin edilmektedir. www.PKK ile Silahlı Mücadele.
Not 6: Dünya havacılığında 1993 yılı 299 adet kaza ile 1990 dan beri en fazla uçak kazasının olduğu yıl olmuştur www.Dünyada Uçak Kazası İstatistikleri, Bu uçaklardan 5 adedi ise Orgeneral Bitlis'i de taşıyan ile aynı tiptir. Ancak Bitlis'İn uçağı haricinde hiçbirisinin düşme nedeni buzlanma olmamıştır. Ayrıca bu kazalardan hiçbirisi uçağın üretim ülkesi olan ABD ya da Avrupa'da gerçekleşmemiştir. www.1993 Yılında Düşen Beechcraft 200 Super King Air Tipi Uçaklar
Not 7: Orgeneral Bitlis'in ölümü ile ilgili ilave detayları merak edenler ekteki kitapları okuyabilirler.

Kalemine saglik...
YanıtlaSilRuhumuzın o zamanlardaki sıkışmışlığını tekrar hissettiren, değişmesi gerekip değişmeyenleri gösteren bir yazı olmuş. Tşk.
YanıtlaSilMüthiş bir araştırma yazısı olmuş.. Evet hep Adnan Kahveci'nin, Turgut Özal'ın, Eşref Bitlis'in ölümleriyle ilgili kuşku duyulan yazılar olmuştu ancak sevgili Bekir, Saratoga'dan Muavenet gemimize yapılan saldırının, düşürülen Eşref Bitlis'in uçağın düşüş sebebinin kuşkuları artıracak derecede bir muammaya dönüşüşünü harika yorumlamış özetlemiş...Gerçekleri, gizemli yönleri de dile getiren vurgulayan roman tadında ama hüzünlü ve gerçek olayların içimizi burktuğu bir anlatım olmuş...Emeğine yüreğine sağlık..
YanıtlaSilBekir, Çok kapsamlı bir inceleme olmuş. Emeğine sağlık 👍
YanıtlaSil