IŞIĞIN VE ALEVİN İNSANLARI: KATHARLAR 1. BÖLÜM
Bir Mardin gezisine katıldı iseniz çok muhtemel Deyrulzafaran Manastırı'na da gitmişsinizdir. Ve manastırı ziyaret ettiyseniz mutlaka şu an yer altında kalan Güneş Tapınağını da görmüşsünüzdür. Manastır 1500 yıllık olmasına rağmen bu tapınak 3 bin yıldır oradadır. Yeni dine inananlar ibadet edecekleri tapınaklarını daha önceki inanışın kutsal mekanları üzerinde olmasında bir sakınca görmemişlerdir anlaşılan.
Ya da İstanbul'u düşünelim. MÖ 700'lerde kurulduğu düşünülen şehirde MS 300'lerde Roma'ya hakim olmaya
başlayan Hristiyanlık öncesine ait kutsal bir alan bulunmaz şu an. Oysa bu
kadar önemli bir kentte insanların 1000 yıl boyunca Pagan inancına ait bir tapınağı inşa
etmemeleri elbette düşünülemez. Ama belki tıpkı Deyrulzafaran da olduğu gibi
İstanbul'da da o dönemlere ait tapınak şimdi 3. kez aynı yerde inşaa edildiği bilinen Ayasofya'nın temelleri
altındadır kim bilir!
Ama bazen bazı şeyler o kadar karışır ki bir
dine atfedilen bir uygulama sanki o din var olmadan önce
yokmuş gibi düşünülür. Örneğin kubbesiz bir camii yapmak bizim ülkemizde
özellikle bir dönem İslami olmayan bir yapıya imza atmak gibi düşünülmüştür.
Oysa 7. yüzyılda İslam Dininin ilk camisinde kubbe var olduğunu kimsenin iddia
edemeyeceği gibi, yine örneğimizde ki Ayasofya'nın 6.yy'da yapılmasına
karşın kubbesinin olduğu konusu da dikkatten kaçan bir ayrıntı olarak
kalır.
Biz yazımızın asıl konusuna dönecek olursak bu girizgahı akılda tutarak zamanda biraz geriye gidelim.
Batı Roma'nın yıkılışından sonra girilen
Ortaçağ Avrupa'sında Hristiyanlık iyice yerleşmiş olsa da 7.yy'da ortaya çıkan
Müslümanlık bu inanışın doğduğu Ortadoğu'da hızla yayılmış ve dönemin Bizans
Sınırlarına kadar ulaşmıştır. Hristiyan Devlet ve otoriteleri durumdan
rahatsızdır ve bu ilerleyişe hem bir dur demek hem de başta Kudüs olmak üzere
kaybedilen yerleri yeniden kazanmak hedefi ile 1095 yılından itibaren Haçlı
seferleri organize etmeye başlarlar.
Ancak Hristiyan otoritelerin rahatsız oldukları tek yer bu uzak diyarlar değildir. Yine bu dönemlerde İtalya'nın Kuzeyi, Fransa'nın Güneyi ve İspanya'nın da Doğusunda bulunan ''Oksitanya'' bölgesinde ''Kathar'' adı verilen bir grubun gittikçe büyümekte olduğunu fark ederler. Görünüşte Hristiyanlığı benimseyen bu insanlar aslında dinin genel kabul görmüş ibadet alışkanlıklarını yerine getirmezler.
Örneğin Kiliseye gitmezler, Haça tapınmazlar, İncili okumazlar. Ruhban sınıfları yoktur. Dinleyiciler, Müminler ve Ermişler olarak 3 sınıfa ayrılsalar da bu ayrımları belirleyen bir kıyafet uygulamasına yer vermezler. Kadın, erkek eşittir ve ibadetlerini toplandıkları evlerde cinsiyet ayrımı yapmaksızın beraberce yerine getirirler. Kendilerini asıl Hristiyanlar olarak
niteleyerek mevcut uygulamaları eleştirirler. O dönemlerde bu
kişilerin nereden gelip de bu inanışları benimsedikleri tam olarak anlaşılamaz.
Ancak sade yaşam şekilleri, savundukları değerler ve verdikleri güven, onların, yaşadıkları
bölge halkları tarafından da benimsenmelerine ve kabullenilmelerine yol açar.
Ancak Hristiyan otoriteler, bir rahip eşliğinde ibadet etmeye de karşı olan bu inanışa bağlı kişileri kendi güçleri için bir tehdit olarak görür. Din dogması, aynı din içinde bile olsa farklı bir yorumu kabul etmez. Roma Otoritesi de, Hristiyan inancının bozulmamış halini koruduklarını iddia eden ve isimleri Yunanca ''Saf-Temiz'' anlamına gelen ''Katharos'' kelimesinden türeyen bu insanlara karşı harekete geçer!
1209 Yılında Papa III. İnncocent'ın çağrısı ile bir Haçlı Ordusu toplanır. 20 bin şövalye ve 200 bin civarında gönüllü katılımcıdan oluşan ordu 24 Haziran 1209'da Lyon'dan ayrılarak Oksitanya'ya doğru ilerler. Marsilya'nın yakınında bulunan ve Kathar'ların yaşadıkları düşünülen ''Beziers Kalesine'' gelirler. Şehir sakinleri içerisinde Katharlar haricinde Katolik Kilisesine tam bağlı olarak yaşayan kişiler de bulunmaktadır.
Kuşatmacılar kent sakinlerinden Katharların kendilerine teslim edilmesini
ister. Ancak beraber yaşadıkları bu kişilerin herhangi bir günahının olduğunu
düşünmeyen halk bu isteği red eder. Bunun üzerine Haçlı Ordusu kente
saldırır ve surları aşmayı başarır. Şehirde bir katliam başlar. İlk saldırıdan kurtulan kadın erkek, çoluk çocuk,
Katolik yada Kathar, hepsi bir kiliseye sığınır. Kapıya gelen Haçlı Ordusu
kimin hangi inançtan olduğunu bilemez ve ne yapacaklarını şaşırır. Seferi yöneten rahibe dönerek nasıl ilerlemeleri gerektiğini sorarlar. Rahibin
verdiği cevap bugün bile insanın içini ürpertir.
''Hepsini öldürün, Tanrı kendisinden olanları
bilecektir!''
25 Temmuz'da kiliseye sığınan 7 bin kişi de
dahil olmak üzere şehirde yaşayan toplam 20 bin kişinin o gün öldürüldüğü
tahmin edilmektedir.
Ancak Roma Kilisesi durmaz. Katharlara karşı sürek avı daha sonraki yıllarda da devam eder. Hatta kilise bir başka adım daha
atarak ilerleyen dönemlerde adı acımasız işkenceler ile özdeşleşecek Engizisyon
Mahkemelerini de ilk Katharlara karşı kurar. Zaten bir kaç yüzyıl süren Engizisyon Dönemi boyunca tüm Avrupa'da kurulan mahkemelerin yarısı bu bölgede olacaktır. Ancak ne olursa olsun bu inançlı
insanların varlığını uzun süre ortadan kaldıramazlar.
Son olarak İspanya sınırında yer
alan Montsegur Kalesinde bulunanlara karşı bir askeri sefer daha
düzenlenir. 1243 yılında başlayan kuşatma aylarca sürer. Aslında burada fazla
insan yaşamamaktadır. Kalede 100 kadar savaşçı ve 200 kadar Kathar ve bir o
kadar da yerli halktan insan bulunmaktadır. Kalenin sarp yamaçta olması nedeniyle kuşatma uzun sürse de bir noktadan sonra erzakları da azalan
şehirdekiler, savunmanın artık boşa olduğu görür ve teslim olur. Yapılan
anlaşmaya göre eğer Katharlar inançlarını değiştirir ve Katolikliğe geçerler
ise bağışlanacak, değil ise kalenin yanında yakılan ateşte can
vereceklerdir.
Kalenin teslimi sonrası hiç bir Kathar
inançlarını değiştirmeyi kabul etmez. Tarihler 16 Mart 1244'ü gösterirken kent
sakinlerinden 15 kişi daha onların saflarına geçerek, Haçlıların yaktıkları
ateşe doğru yürür ve kendilerini bile isteye alevlerinin arasına atarlar.
Savaşa gelen şövalyeler bile olan bitenden şaşkın halde, onca vahşet görmelerine rağmen bu anı izlememek için kafalarını
çevirirler.
Sonrasında Engizisyon avına devam eder. 1321
yılında en son Kathar inancına sahip kişinin yakıldığı tahmin
edilmektedir.
Ancak devamında mahkemeler bu defa ''Cadı Avı'' görevi ile sözde sapkınları dayanılmaz işkenceler sonrası elde ettikleri itiraflar ile kurulan ateş yığınlarına atarlar. Bu şekilde Katharların sonunun getirildiğine inanılır.
Peki ama kimdir bu kişiler, bu bölgeye nereden gelmişlerdir? İlk kez mi canlarına kastedilip sapkın ilan edilmişlerdir. Ya da yüzyıllar sonra bir Temmuz günü Anadolu ortasında kent merkezindeki bir otelde alevler arasında canlarını veren insanlar ile ortak bir noktaları var mıdır?
Buna ilişkin konular da bir sonraki yazıda...
Notlar
Not 1:
Not 2: Kathar kelimesinin Yunanca kökeni yerine, bu kişileri
aşağılamak adına kelime kökeninin Latince ''Katta'' (ing: cat) kelimesinden geldiği, bu kişilerin kedinin arka kısmını yaladıkları
için bu ismin verildiğine yönelik iddialar ortaya atılmıştır.
Not 3:
Not 4: Günümüzde de kullanılan ''Catherine, Katherina'' gibi özel isimler yine bu saf, temiz ifadelerinden türeyen özel isimlerdir.
Not 5: Bir çok dilde kullanılan ''OK'' kelimesinin kökenine ilişkin olarak çeşitli iddialar yer alır. Bunlardan birisi de Oksitanya dili olan ''Langue d'Oc'' da OC'nin evet anlamına gelmesidir. Hatta bu diledeki ''E ben òc'' ifadesini Fransızcaya çevirdiğinizde ‘'Et bien oui’’ ya da ‘‘bien-entendu’’ olarak geçer ve Türkçeye de ''Tamam anlaşıldı, çok doğru'' ifadeleri ile çevrilebilir.

Eline sağlık Bekircim. Tarihi olaylarda kimin yaptığının acımasız kimin yaptığının Erdemli olduğuna dair kanaat sahibi olmak çok zor. Fikir/inanç çatışmalarında ögünkü sosyolojik koşulları tarafsız bir şekilde elealmak çok önemli. Gerçek bazen baktığımız yerdeki gibi olmayabilir. İnsanın anlam arayış serüvenindeki her bir süreç kendi zamanının ruhu ile bir anlam ifade eder; bunu anlamak için bazen bulunduğumuz noktayı terkedebilmeliyiz.syg slmlr
YanıtlaSilBekir abim , eline sağlık ne zamandır yine birseyler okuyamıyordum bu yazın iyi geldi . İyilik Sonunda mutlaka kazanır güzel insanlar ölmez fikirlerde yaşarlar ve su akar en sonunda dogru yolu bulur . Merak ediyorum acaba o zaman ki Katharların bu zamanki Katarlılarla alakası varmı , Endülüslerden dolayı ?
YanıtlaSilTüm bilgiler için sonsuz teşekkürler
YanıtlaSilÇok etkilendim, Mardin Dayrulzafaran manastırından başlayarak kutsal yapılardaki mimari etkileşimler, (kilise-cami kubbe etkileşimleri) katharların hristiyanlık dünyasındaki farklı ilginç veya mezhepsel diyebileceğimiz ayrışımları, sonuç olarak saf-temiz bağlamdaki inançlarından ödün vermemeleri ve hazin sonları... Hele hele yakılarak yok edilmeye çalışılmalarıyla, şimdiden merakla beklediğim o yazın..Sivas olaylarındaki benzeşim.. v.b... Sevgili Bekir seni yürekten kutluyorum, ilginç yaratıcı üretken tarzınla keşke günlük absürd makaleler yerine gazete köşesinde senin yazılarınla donansak... Yüreğine emeğine sağlık... Beklemedeyiz😊
YanıtlaSilBu kadar ayrıntılı bilgi birikimini birarada ve akıcı bir deyişle ifade edilmesi geçmişi rahatlıkla okuyup, tanımamıza neden olduğunuz için teşekkür ediyorum. Paylaşımlarınızdaki ifadeniz gerçekten sürükleyici.. Çok eski zamanları keyifle tanıtmışsınız.. Paylaşımınız için teşekkür ederim..
YanıtlaSilHarika bir yazı bilgiler için teşekkürler kalemize elinizE sağlık sevgiler
YanıtlaSilHarika bilgiler için teşekkürler
YanıtlaSilSonunda makalenizi okumaya vakit buldum...!!
YanıtlaSilHaftalardır sabırsızlıkla bekliyordum ve sonra iş ve yoğun bir hayatla haftalar geçti.
Türkçe bilmediğim için Google Translate ile İtalyancaya çevirdim ve şimdi size Google Translate kullanarak Türkçe cevap veriyorum (umarım çok fazla hata yapmadan).
Öncelikle cahilliğimi itiraf etmeliyim. Tarihi sevmeme rağmen, Katolik Kilisesi'nin Katarlara uyguladığı zulüm hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Bu din gerçekten korkunç. Ne yazık ki bugün bile hâlâ görüyoruz.
Bu tarihi içgörüyü böylesine etkileyici bir şekilde yazdığınız için teşekkür ederim. Korkunç olaylardan bahsediyor olsanız da, üslubunuz nesnel, akıcı ve anlaşılır. İkinci bölümü okumak ve bu zulmün Türkiye ile ne ilgisi olduğunu anlamak için sabırsızlanıyorum.
Not: Notunuz, not 4'te yazdığınız için teşekkürler:
"Günümüzde hala kullanılan "Catherine" ve "Katherina" gibi özel isimler de bu saflık ifadelerinden türemiştir."
Katia ismimin (Rusçada Katherina) SAF anlamına geldiğini keşfettim!! 😅
Araştırmalarınızı derleyip paylaşmanız çok kıymetli çok teşekkürler. Sayenizde yeni bilgiler ediniyorum. 🙏
YanıtlaSilBu tür konular tarihin arka sayfalarında kalmış gibi görünse de günümüzle ne kadar bağlantılı olduğu bu yazıda açıkça görülüyor. Araştırman ve paylaşımın için çok teşekkürler. 2. Bölümünü dört gözle bekliyorum
YanıtlaSil